Ana içeriğe atla

Şemsiyeci üçlemesinin hikâyesi.

Havada, Paris'te ve İzmir'de üç şiir yazdım ve bunları yayınladım. Şiir yazdım demek de lafın gelişi, şiir karaladım; pek tabii ki, eksik şiirler bunlar. Olmamış, ham! Çünkü evvela, aceleyle yazdım ve öylece yayınladım. Neredeyse çalakalem. Böyle şiir mi olur? Olmaz olsun. 

Kendimi zaten, "yarım kalan öykülerin yazarı, olmamış şiirlerin şairi ve makina imalatçısı" olarak tanımlıyorum. Yazdığım ve yaşadığım bir çok öykü yarım kaldı hayatımda, şiirlerim daima olmamış ve olmasını da pek umursamıyorum açıkçası ve en nihayetinde makine imalatçısı bir sanayiciyim.

Bu yüzden şemsiyeci şiirleri diyorum bunlara. Hikâye meşhur; bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.” Ben de bu defa bir sanayici olarak şiir yazmaya giriştim ve o hevesli şemsiyeciden çok da farklı görmüyorum kendimi. Hem Aziz Nesin'in dehşetli isabetini de yazmalıyım burada: "Türkiye’de üç kişiden beşi şairdir!"

Ne var ki, Paris'e gidiyordum, yanımda Attilâ İlhan ve kendi kendime dedim ki, şiir yazacağım. Yazdım da.

Ben en azından, evvela kendimle dalga geçiyorum, bu şiirlere gerçekten emek harcayıp, bir editörden de geçirip bastırabilirdim de! Ne olacak ki, ünlü bir edebiyatçı bu şiirleri biraz şişiren bir yazı patlatsa; bugün ben de şair olurdum. Olmayacağım; bu eksik, bu yarım, bu olmama haliyle seviyorum ben yazdıklarımı. Olmak ya da olmamak, değil mi zaten bütün mesele.

Madem yazmış bulundum, içindeki bazı dizeleri, daha çok yaptığım atıfları açıklamak istiyorum, merak eden olursa. Attilâ İlhan şiir kitaplarının arkasındaki "meraklısı için notlar" kısmı gibi, öylece. Bu arada "yazmış bulundum" yazınca da aklıma Edip Cansever'in şu güzel dizeleri geldi hemen: "Şiirler yazdım, kitaplar okudum/ Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum/ Derinlerde kaldım böyle bir zaman/ Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan/ Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları/ Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum."

Yolda

Şiir yazacağım, dedikten sonra kendime, hemen uçakta başladım. Bir yol şiiri, yolda olma hâli şiiri. Üç şiirde de baştaki alıntılar Attilâ İlhan şiirlerinden. O bayağı "saygı duruşu" ifadesini kullanmak istemiyorum, ben bu şiirleri herhalde o büyük şaire olan özencimden ve saygımdan yazdım.

Her dizeyi tek tek açıklamayacağım, bazı imgeler bana özel, bazıları da bir kaç kişinin anlayabileceği şeyler.

"elimde kuleden düşme korkum" ile Hezârfen imgemi canlandırıyorum, Hezârfen'in hikâyesi muhtemelen Evliya Çelebi'nin bir kurgusundan ibaret, ancak Galata kulesinden Üsküdar'a yaptığı rivayet o meşhur yolculuğu bu yaz kendi imgelemimde bolca kullandım. "her gözlüklüyü hamdi sanırdım" dizesinde, "gözlüklü Hamdi" Attilâ İlhan'ın kendine koyduğu bir isim. 

"çelişkilerimde bir çocuk gülümsemesi/ gözlüğüm şairlerden kravatım babamdan kalma" dizelerimi çok sevdim Allah var, kendimi ve hikâyemi böylece duru anlattığıma inanıyorum.

"bir çocuk değilim adı hayri"; Turgut Uyar'ın oğlu Hayri Turgut Uyar'a yazdığı şiirden bir çağrışım. Sanmam ya, gün gelir de yolu düşerse, saygılarımla. "bir çocuk -adı Hayri'ydi onun/ bir çocuk için hayli büyük bir ad/ ama büyüyecekti nasılsa/ severdi adını ayrıca/ -görmediği dedesinin adıymış-" Ben de ilk adımı dedemden aldım ne de olsa.

"ben kendi elemini taşımaya tatyos"; Tatyos efendi, "gamzedeyim deva bulmam" eserinin bestekarı ve güftekarı. "Elem beni terk etmiyor/ hiç de fasıla vermiyor" yazmış ne de olsa, o da kendi elemini taşımakta bir Sisifos'tur ve yazdığım budur. Canımın içi ince keder, en sevdiğim çiçek; ben de daima yakamda taşırım melankolimi.

Orada

Bu bir Paris şiiridir. İşte, Attilâ İlhan şiir kitaplarının arkasındaki "meraklısı için notlar" kısmında, bazı notlar böyle başlar, işte ben de bu şiirleri bu yüzden yazdım. Madrid'de değil, Milano'da değil, Paris'te; düpedüz derin bir özenç ve sevgiyle.

"Voltaire dönerken yedinci uykusuna"; ünlü filozofun da ebedi istirahatgâhının bulunduğu Le Panthéon orada kaldığımız apartmanın arkasındaydı, aramızda bir buçuk kilometre vardı gerçi, ama tam arkamızdaydı, isminden bir melodi olarak yararlandım.

"şu caddeden bu sokağa giriyor Pia/ yüzünde muğlak bir gülümseme"; Pia, bildiğiniz üzere A. İlhan'ın meşhur şiiri ve gülümseme de Louvre müzesinde Mona Lisa'nın o meşhur gülümsemesine bir gönderme.

"ilişmeyin Voltaire uyuyor arkamda/ sağımda derince bir sürgün uykusu/ Pia kimin yanında yatıyor yalnızlığında"; ve yahut "bu yalnızlık benim ilişmeyin". Bir edebi uyku daha, Ahmet Kaya, apartmanın sağ tarafında uzaklarda Père Lachaise kabristanında yatmaktaydı.

"bir taş yuvarlanınca Luxembourg bahçesinden/ Saint-Germain bulvarı yırtıldı ortasından/ bir kedinin acelesiyle aniden"; yine A. İlhan şiirlerinde geçen mekanlar ve bu defa ben geçtim oralardan ve yazdım.

"Sivastopol bulvarında var bir eczane/ Voltaire dediğin de uyanmaz böylece/ aman da cânım Kaptan izin ver bize/ ve aklımda son bir dize"; Sivastopol Marşından bir serbest uyarlama. "Sivastopol önünde yatan gemiler/ Atar nizam topunu yer gök iniler/ Yardımcıdır bize kırklar, yediler/ Aman kaptan paşa izin ver bize/ Sılada nişanlımız duacı size" diye dizeleri olan bir marş. Sivastopol bulvarı da A. İlhan şiirlerinde geçer ve biz de orada bir eczaneden ilaç almıştık. Ayrıca, "kaptan" da A. İlhan'ın lakaplarından ve Ahmet Kaya da bu marşı çok güzel okumuştur.

Burada

Bu şiiri cânım Two Cups'ta yazdım. Şiirin tamamının hikâyesi, aslında baştaki alıntısında gizli; "böyle bir sevmek" şiirinin bir yorumu, bencesi.

"yanaklarım bileytaşı"; Arkadaş Zekai Özger'in "Sakalsız Bir Oğlanın Tregedyası" şiirinden bir dizenin yarısı.

"İzmir şehrim/ işim resim yazmaktır/ .../ hakikat şarkısının eksik notası" bu bölüm Sohrab Sepehri'nin "Suyun Ayak Sesi" şiirinden bir serbest uyarlama, ne güzel bir şair ve şiir.


"akşamüstünün hoyrat kederi"; Ahmet Muhip Dıranas'ın "Olvido" şiirinin ilk dizesine bir atıf. "Hoyrattır bu akşamüstüler daima./ Gün saltanatıyla gitti mi bir defa/ Yalnızlığımızla doldurup her yeri/ Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,/ Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan/ Lavanta çiçeği kokan kederleri;/ Hoyrattır bu akşamüstüler daima."


***

Velhasılıkelâm, yazdığım şiirlerin hikâyesi işte budur. Öyle güzel şairlere, şiirlere, dizelere değindim ki; herhalde bu yazı, yazdığım şiirlerden de güzel oldu. Her neyse ve nasılsa, şemsiyecinin şiirleri orada, belki okudukça güzelleşir. Hâlen bazı kelimeleri değiştirebiliyorum yayınlamış olsam da. Yarın bir gün, (neden isteyeseniz de) olur da bu şiirleri yeniden okumak isterseniz, belki farklı şiirler bulacaksınız. Belki de, bir gün Theseus’un gemisi gibi bir kelimesi bile aynı kalmayacak; kim bilir?

Herhalde bir on yıl daha başka şiir yazmam. Şimdi şemsiye yapmaya devam edebilirim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)