Gölgesizin gölgesini gördüm tanıdım, yazısından tanıdım, hem de hazirandı. Hem de nasıl birgün, evvel zamanda bir yazda, beraberce yüzün, yeldeğirmenlerinin, bilincin arkasını dolaşmak üzere hikâyelerimizin kesiştiği dostların hikâyelerini birleştirdiği gündü. Ben de hiç bitmeyecek bir hikâyeme bakıyordum. Önceydi.
Sonra gölgesizin gölgesini yazısından tanıdım, sıcaktan yakındım. Sanırım hacivattı. Güzü övecektim vazgeçtim.
Ne tuhaf hikâyeydi, yazdım. Beni hiç yazmaya çağırtmamıştı, yazdığımı bile bilmiyordu. Onu gördüğümde bir nota gördüğümü bilmiyordu. Neyi bildiğini hiç bilemedim. Beni nasıl bildiğini bile, oysa ölmedim. Açık uçlu bir hikâye değildi, üçüncü şahsın hikâyesiydi. Yazılmamış bir novella. Yazılmadığı için hiç olmamış. Çünkü içinden kırmızı geçmeliydi, yazılması için, ama geçmedi. Öfkem hiç dinmedi kırmızının yokluğuna.
Karşımdaydı yine. Yüreğimi duyuyordum yine. Yazgının arkasını dolaşan üç arkadaştan ikisi, yolunu, yazgısını, hikâyesini birleştiriyordu, üçüncüsü (ve sanırım bendim) kendi sonsuz bitmez hikâyesinin üçüncülüğünün içine düşmüştü. Yazgısı tuhaftı. Kendi yenilgileri defalarca yeniden önüne çıkıyordu. Karşımdaydı yine. Sırtı dönüktü, bildiğim gülümsemesini görmedim. Dünya sarsılıyordu, yer titriyordu, yüreğimi duyuyordum. Bir sınıfın önünde, bir hastane odasında, bir otobüs durağında, bir şehir meydanında, nerede olursa, her gördüğümde olduğu üzere içim titriyordu.
Hikâye içinde hikâye, herkesin bir ve yahut birden fazla hikâyesi vardır. Bazı hikâyeler, dramatik kurgusunu tamamlamak, hassas okuru etkilemek üzere hikâyenin sonunda kan akıtır.
Bazı hikâyeler ise sonsuza kadar yarım kalır.
Yorumlar
Yorum Gönder