Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dikey ve yatay mutsuzluk.

" (...)  Yazık sevgime diyor birisi/ Güzel gözlü bir çocuğun bile/ o kadar korunmuş bir yazı yoktu/ Ne denmelidir bilemiyorum/ sevgim acıyor/ Gemiler gene gelip gidiyor/ Dağlar kararıp aydınlanacaklar/ Ve o kadar  (...)" Mesele biraz da bu. Bu olmalı. Olacağından fazlasını beklememek.  İnsanım, bekliyorum. Umut ediyorum. Yanılıyorum. Mutlu olabileceğim yanılgısına her düştüğümde, sonra bu mutsuzluğa geri döndüğümde ilk olarak çöküyorum. Sonra alışıyorum. Karanlığa alışmak kadar. Kolay, hem de zor. Meselem bu benim. Mutsuzluk. Yaradılışım. İnsan yaradılışına karşı hareket etmemeli. Ama, insanım. Aşık oluyorum. Dört mevsim güzün neresinde olursa olsun bir bahar açıyor. Bir çiçek. Karanlığa, karanlığıma inat öylece beyaz. Kaldırımların arasında fışkıran insanı hem sevindiren hem hüzünlendiren o çiçekler gibi. Kadar. Ama, eziyorlar. İsteyerek değil, bilmeden. Kaldırımda yürürken bilmeden ezdikleri o çiçekler kadar. Sanırım bu bazen olabiliyor . Sonra kendime dönüyorum...

Açık Uçlu Hikâye'ye başka bir son.

Dünlerde bir gün geçmiş gelecek zaman olarak yazdığım birşeyi, bugün yaptım. Gelmeyecek zamanı getirdim, pişman değilim. Muhakememi yitirmiş olabilirim, kendime hâkim değilim, ama pişman değilim. Sonunda ne olursa olsun, iyi ki yaptım diyeceğim. Öğlenlere akşam getirdim. Kalemsiz ve kelimesiz yazdım. Yeni bir lisan kazandım. Her çağrına uyarım dedim yeni lisanımda. Açık uçlu hikâyeye başka bir son yazdım, açık uçlu hikayelerin sonsuz sonu vardır, birini yazdım. Bir defa daha değiştirmeye, bin defa daha yazmaya hazırım. " Seni iyi ki tanıdım, sonra iyi ki yeniden tanıdım. Hayatımı değiştirdin, anlam verdin, güzelleştirdin. Yazıyorum yeniden senin yüzünden. Yüzün ne güzel, gözlerin ne güzel, ellerin ne güzel. " dedim kimse duymadı. Yazdım yeni lisanımla, kağıdın ruhu duymadı. Kağıdın ruhuna inanıyor değilim, ama muhakeme yeteneğimi yitirdim. Azıcık aklım olsaydı eğer pazarları, öyle yapar mıydım? Milyonlarca insana yeten bir şehri kendime dar eder miydim? Büyük caddeyi ufac...

Bahargüzünde bir çiçek.

Bahargüzünde hiç çiçek açar mı dedi bir bulut bana bugün. Yerin yüzünde herşeye yer var dedim. Hem bir hikâyenin sonu yazgı değildir ya, bir kaleme bakar. Çiçektir bulutu deler, güneş şehire dolar. Bahargüzünde bir çiçeğe bulutları delmesini ben söyledim. Bir hikâyenin sonunu değiştirdim, bitmiş bir şiire yeni dizeler ekledim. Çiçeklerin yazgısıdır güzü dağıtmak.

Yirmi bir mayıs.

Döndüğümde şehir bulutluydu. Şaşırmalıydım, çünkü mayıstı. Ben şaşırmadım. Güzü getirmiştim, aklım bulutluydu. Elimden gelse her yaprağı sarıya boyardım. Her sokağı kızıla. Ben yapamadım. Ben yazdım. Her sokağı kızıla yazdım. Hangi şehirdesin bilmeden, umursamadan, çünkü her şehir birbirine karıştı, seni yazdım. Dudaklarını, çeneni, burnunu, yanaklarını yazdım. Bu şehrin ilk üç dizesini, diğer şehrin büyük caddesini birbirine karıştırdım. Her şehir biraz sen, biraz benim yenilgimdi. Huzurumu yitirdim, bir kediydim, resmimi yaptım, üzerimi griye boyadılar. Ben şaşırmadım. Şiirliydi, hem de korkunçtu. Döndüğümde şehir bulutluydu, hem mayıstı hem de güzdü. Bir fotoğrafına baktım, seni yazdım. Saçlarını, gözlerini, çizgilerini yazdım. Kendimi yanına yazdım, üstünü çizdim. Biraz aklımı yitirdim, biraz kendimi buldum. Ben bulutluydum.

Yenilgi günceleri.

İki: Durmaksızın yazıyorum. Yazamadığım yerde ise düşünüyorum. Mesela sinemada. Filmin ortasında aklıma bir şey geliyor, bunu keşke şöyle yapsaydım diyorum. Keşkeleri olmayan o adamlardan değilim. Ne yaparsam yapayım ya geç ya da erken, yazdım. Sonrası ise keşke. Keşke erken yapmasaydım, keşke geç kalmasaydım. Keşkeye gerek bırakmayan zamanlarımda oldu. Bir cumartesi ona yazmama, keşke yazmasaydım, demiyorum. Karşısına geçtiğim o gün, keşke şunu da deseydim yahut şunu demeseydim, dediğim olmadı. Açık uçlu hikâye, keşke böyle bitmeseydi. Bir yenilgi güncesine çıkmasaydı sokak. * O mektubun sonunda keşke şiirin sonunu da yazsaydım: "ellerini tutabilsem Pia'nın/ ölsem eksiksiz ölürdüm" yazsaydım. Yazacaktım da. Sonra vazgeçtim. * Zamanında "yazacak birşey yoktu, bir saçın kıvrımında düne dönene değin" yazmıştım. Bugün de yazacak birşeyim yoktu, yeni bir fotoğrafta allak bullak olana dek. Dün yazdığımın üzerine daha derinden kesen bir gülümsemeyle bakıyor şimdi ekra...

Yenilgi günceleri.

Sıfır: Aziz Istanbul yolundayım. Umduğum gibi değil, ama bu yüzden aşina olduğum üzere. "Beni yeniden yazmaya çağıran M'ye" gitmiyorum. Yokluğuna gidiyorum, üstelik o şehirde olsa da, olmasa da. İstanbul alır beni koynuna, o almasa da. Ne güzel bir isim. Sadece M. değil, "beni yeniden yazmaya çağıran M." Zaten bu yüzden yazıyorum, bu yüzden şehirden kaçıyorum, bu yüzden yitiriyorum onu, üstelik gittiğim şehirde olsa da, kaçtığım şehirde olsa da. Artık "ben bir şehre geldiğim vakit/ o başka bir şehre gitmese" dizelerinin altını tükenmezle çizdim. Her şehirde yeniden yitireceğim, elimden kaçacak. Umut yitince, bir imgeye dönüşüyor artık. Sözlükte bir kelime, alfabede bir harf. Niyetim bu değildi, niyetim kötüydü ve güzeldi. Bu yüzden. ** Bir: Pera'da, Avam Kahvesi'nde oturuyorum. Bir tuhaflık var üstümde. Buradayım, ama bir rüyada gibi hissediyorum. Olmadığını bilerek. Sarhoş olduğum zamanlardaki gibi, ama ayığım. Bağlar gazozu içiyorum. Bir foto...

İkinci bir düşkırığına dair.

"dün yine düş kurdum, dün yine düşüm kırıldı. sonra yüzüm düştü, yüzüm kırıldı." bu cümleyi az önce bir çırpıda, bir gece yorgunluğunun ardından, bir rüzgâr'a kırılınca yazdım. dal kadar kırılgan düşler kuruyorum, güneş battığında esen hafif bir rüzgâr'a dahi kırılıyorum. şairmiş gibi, çocukça düşler kuruyorum. oysa ne şairim, ne çocuk. kendime kırılıyorum en çok. bu cümleyi, mısralarla alt alta yazsam şiir olurdu.  yuvarlağın köşeleri  kadar belki.  yuvarlığın köşeleri  kadar sonsuz kere keserdi.ama ben şair değilim, kelimeler'e de kırıldım en çok, anlamlar karşısında o kadar eksikler. akşam da ne güzel batıyor ha, dedim, dün akşam. bir arkadaşa, o kadar sesli dedim ki, neredeyse bağırdım, sanki o arkadaştan başka herkese duyurmak için. başka bir arkadaşa, insan düşkırığına neden aşina olamaz, dedim. cevabını biliyor musun dedi. bilmiyorum, dedim, ama cevabı mı, cevabı bilip bilmediğimi mi, yoksa bildiklerimden başka bilmediğim herşey için, söyledim. eskiyunan...

Yenilginin geriye kalan tüm günleri ve akşamları.

Milattan önce yazdığım son yazıya, " doğrusunu isterseniz, doğrusunu ben de bilmiyorum " yazarak başlamışım. Bilmemek neymiş, onu da yeni öğrendim. Hayat boyu öğrenmeye devam etmeli insan, yenilmenin yenilerini, yitirmenin yollarını. Bildiğim tek şey bir halt bilmediğimdir bilgeliğine ulaşana dek öğrenmeli insan. Öğrennmek bitmiyor hayat boyunca, okul bitse bile. Dirseklerimi okul sıralarında çürüttüm ben, yüz yıl okudum sanıyorum, neredeyse yunanca alfabeyi sökecek kadar. Yunanca alfabede harfleri sevdiğim kızlara benzetecek kadar. Birisi vardı mesela, betaya benzetirdim. Nasıl benzer bir güzel betaya? Zarif gelirdi bana, sevimli. Zamanında yazmıştım, betaya benzediğini değil, ama onu. Herşey biter, okul da (okul bile) bitti. İş başladı, " doğrusunu isterseniz, doğrusunu ben de bilmiyorum " yazdım, sudan çıkmış balıktım. Kendimi değiştirmeyi denedim, ne diyordu İsmet Özel; " yaşayabilseydim yazar mıydım hiç şiir? " Dedim ki, yaşayabilmek için yazmamal...

Bir haymatlos böcek.

Beni yeniden yazmaya çağıran M'ye. Son defa. "Kelimelerle rengi şafak-âlud çiçekler yazarım ben sana, yüzüne benzer, yüzün ne güzel. Ben kelime işçisiyim, bir çiçek yazarım, bir gök dikerim, bir takı düşlerim. Bir şehir yazarım, bir şehre koşarım, kendimi yitiririm seni bulmak üzere. Seni bilmek üzere unuttum ne biliyorsam." Böyle başlamıştım yazmaya, sonra birşey oldu. Bazen sokaklar bir yere çıkmaz yani sonsuza gider, rüya yahut kabuslarda olduğu gibi. Yine de yürürsünüz. Bir yere kadar. Bazen şehirler yurtsuzdur, bazen sokaklar yersizdir. "Kelimerle çiçekler yazmayı bilirim ben, ama bazen de çiçekler kelimelerin yerine geçer." Böyle de bir kısa yazı vardı, küçük bir kağıtta yazacaktı. Olmadı.  Yazgısı olan hikâyedir yazmıştım, yalan değildi. Yazar edilgendir yazmıştım, yazar yalnızdır. Hikâye ortasında yarım kalır. Bir rüya görürsünüz ya, beş yıl öncede kalması gereken bir kadın karşınızdadır, hep sabah olur o rüyanın ortasında. Uyanırsınız. Yüreğinizde bir s...

bir şehir.

beni yeniden yazmaya çağıran M'ye. ben eskiden bütün eski benler bir şehir yitirmiştim adı romaydı -sonra şehirsizdim soyunuk ama çıplak- çıplak ama kimse umursamaz- kelimelerini yitirince farketmiyor sokaklar- ben eskiden bütün eski benler bütün eski benler bir bir yenildim her şehrin kapısında- her şehri bilirim sanardım her yenilmeyi ben eskiden sonra sen önce sen- geciken ve aceleyle şehrine gelen ben yeniden- yenilmeye gelen ben b ütün benler yenilmeyi reddediyorum- yerinden huzursuz bir sokağı yanımda taşıyorum- ben yeniden bütün yeni benler seni ölümsüz kılacak ellerimle beraber ve lambasıyla beraber bir sokak- sana bakıyorum ben eskiden ve yeniden- eski yeni benler ve umudunu yitirmeyen sokaklar- bir şehir- sana yazıyorum

baharda bir güz.

Beni yeniden yazmaya çağıran M'ye. zamansız bir güz geldi, göğün yüzünde başka bir şehir hiç bilmediğim- beni yazmaya çağıran ve bildiği iklimi rüzgârında getiren sen- her çağrına uymaya hazırım senin yüzünden- yüzün ne güzel ellerimle başka bir şehir yazıyorum sana bilmediğin- yenilmeyi bilmez kör olmayası bir kararlılıkla- bileyerek gözlerimi- okuman üzere bir şehir yazıyorum sana- gözlerin ne güzel

bir sokak.

(beni yeniden yazmaya çağıran) M'ye. sular karardı kendini buldu bir sokak- lambasını yanına aldı ve yola koyuldu- sokaksız kalmak üzere kendini soyundu- yürüdü ağır ağır- beşi geçince oradaydı- beş hep çocukluğunu çağırırdı- baktı yalansızdı- hem geç hem erken kalmıştı ama yalansızdı- baktı yüzüne sonuna saklayan kararlılıkla- yanında lambasıyla- bu benim dedi bir evsiz içimde uyurdu- bir sarhoş kaldırımlarımı kaşırdı akşamları- buradayım bak sular karardı- kendini yitirdi bir sokak

Düzyazı.

Beni yeniden yazmaya çağıran M'ye. Yazıyorum. Duramıyorum, o minik çakıl taşı o yüce dağın tepesinden yuvarlanmaya başladı, durmuyor, ivme kazanıyor. Yazıyorum, beni yazmaya çağırdın. Yazıyorum, çünkü beni en rezil biçimde reddettin ve yazmaktan başka çare bırakmadın. Ertesi gün  sabah gece yüreğimin üzerine bastırılmış gibi bir acıyla uyandım. Gibisi fazla, çünkü benzetme yapmıyorum. Birşeye de benzetemem zaten o ezilmişliği. Sonra çok öfkelendim sana, yalan yazmayacağım. Beni yazmaya mecbur bırakmıştın artık. Ben yaşamak için yazıyorum çünkü yazdığımda ve yazmadan da yaşayabileceğimi sanıyordum. Diğer adamlar yazmıyordu, kadınlar artık şiir okumuyordu ve yazmanın, kendini paralamanın bir manası yoktu. Yazmaktan bir ekmek çıkarmıyordum ben ve kaba manasıyla da "kadın düşürmek" için yazmıyordum. Serbesgiller gibi dolaşsaydım, yazıyorum diye bağırsaydım ve biraz da hani o conilerinize benzeseydim, şimdi saman kağıda dergilerde basılı yuvarlaklar içinde salak afori...