Ana içeriğe atla

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf.

-beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır.

Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş.

Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum.

Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez. 

Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme.

Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın. 

Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu bilmeden yazadurur. Yazarken düşeyazana dek, herşeyi yitirerek.

Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, tarifsiz bir hüzün, nedensiz bir umut. Umut çünkü yazmayı unuttuğumdan bir sonu yoktu. Sonsuz bir kuyuya daldım, midasın kulakları umrumda değil kendi ellerimi bağırıyorum kuyuda. Kararsız karanlıkta yol alıyorum şimdi, bir kelimede binbir anlam yükledim, Asaf'ın söylediği vakit gelince hikâyeme seslendim.

Apokaliptik değil prehistorik zamandayım, yazmaya yeni baştan başlayacak çağdayım, bir neden- ilham dersin yahut rüzgâr- bir hikâye yazdırıyor yeni hakikate, yeniden ellerim var.

Yazının bir sonucu yok, açık uçlu hikâyeler daima ümitvârdır.

Yorumlar

  1. Ellerine sağlık. Umarım bu ilham/rüzgar birçok yazının başlangıcı olur. Hayat bize ne sunarsa sunsun sevdiğimiz şeyleri yapmaktan vazgeçmemek gerek, vakit ayırmak lazım. Gerekli zamanı ayırabilmen dileğiyle..

    YanıtlaSil
  2. Mesele zaman değilmiş, nedenmiş. Zamansızlık bir nafile avuntuymuş. Umarım bu rüzgâr birçok yazının başlangıcı olur. Açık uçlu hikâyeleri yazanlar da daima ümitvârdır.

    YanıtlaSil
  3. Yazmak tutkudur. Tıpkı av tutkusu gibi, gezmek tutkusu gibi, futbol tutkusu gibi... Yazmayı seven anında dökmek ister kağıda gözlemlerini ve yorumlarını. Çünkü söz uçar yazı kalır...

    YanıtlaSil
  4. Hocam bu yazının hikâyesi biraz başka. Belediye otobüsünde, ayakta, bir elimle demire tutunurken öbür elimle yazmıştım. Bu yazıyı yazmasaydım, "yazmaya çağrılmasaydım", belki de çok daha uzun bir süre, belki de bir daha hiç yazmayacaktım.

    Yazdım. Bu yazının kelebek etkisiyle Odesa-Nikolayev şehirler arası otobüsünde bir defter kaybettim ben, öyle yani bu yazının benim için kıymeti. Bu yazıyla beraber, bundan sonra burada kimi yazdıysam da kendilerini okudular, öyle de bir hatırası var.

    Bilinmeyen'e bildirim gidiyorsa eğer, bilvesile samimiyetle sevgi ve selam. İyi niyetle bir de not düşüyorum buraya. "Direnmek kazanmaktır, ya bugün ya da tarih önünde."

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...