Ana içeriğe atla

senlerin sensizliğinde günlerimin senler üzerine tuhaf güncesi

 18.3.15

1     bugün esaretim yok,  ama artık özgür değilim. zincirleri iz yaptığı yerde usumda arıyorum. tuhaf, yine de görüyorum, soğuk aydınlık bir gün

2     tren yine geç kaldı hiç değişmiyor, esirlikte ve hürlükte, karanıkta aydınlıkta, tren

3     amcanın dediği, durağa yaklaştık, ama kitapları yaktık önceydi. tuhaf, yine de duyuyorum her sesin rengini

4     en çok kendi sesimden korkuyorum, sokaklar dolaşmaya hazır bekliyorlar, her mazareti soyunup

5     çağırdılar, çağırılan her yere aceleyle gider gibi gittim

6     başka herşey var olması gerekenden, yine de ellerimde bir yazı güzel -hece hece bir iz kuta benzer

7     dokunsam dokunduğum yerde olurum, çiğdi çıplaktı soğuktu farketnez.

8     üç defa kapandı kapı, eski sözler yazılar, eskiyi yenileyen akşamlar akla düştü -akşamdı çağrıldığında gelen her defasında

9     çok susmayan çocuk sesleri dokuz sekiz bir oyun kadar -akşamdı evet ama nasılsa aydınlık ve keskin soğuk

19.3.15

1     taşları deliyorlar, taşları yırtıyorlar, yenilen de benim yine, hürüm ve alışıyorum hürlüğe bir yanılgı olarak

2     yüzünü kaldırdım yüzüne baktım yüzünü okudum, taşları okudum, duvarları okudum soğuktu aydınlıktı

3     taşlara yazgımızı kazıyorlar -yenileceğiz elbette -sorumun cevabını bileyeceğim keseceğim duvarlara kağıdı yine

4     soğuyunca ayna kadar kendime rastladım, bilmediği bir dilin yazısından yazgısını okurdu

5     taşları oyuyorlar dudak çiziyorlar- iri diri ve çıplak

6     bir borç üzere adamlar ve kadınlar -taşları bilmezler, bilmedikleri yazıları okumazlar ve buna aldırmazlar

20.3.15

1     tutsağım ben, taştan kesilmiş dudaklara ve zamana -yenilerek alışıyorum alışıyorum ve yeniliyorum güzel mağlubiyetim eski esaretim yüzlerde görüyorum

2     ses duydum suların üzerinde bir ağacın ve benim -beni kestiler beni oydular beni parçaladılar -bir fotoğrafın gözlerinin renginde tutsağım ben

3     tesadüf bir puttur yazdım çatladı duvarlar -kanı renksizdi ve beklenmedik bir tanışıklıkla karşıladı beni, birine benziyordu ama sen değil

4     mart mavidir -ne yazarsa yazsın yağmurdan korkan o eski kadın, elleri elifti diye yazıyorum yalan olarak -doğrusunu bilmiyorum

5     siyaha keserse sokaklar- gözlerin ne güzel oluyor, gözleri mi elifti

27.3.15

1     şimdi dokuzdur yağmurdan korkan o eski kadın -üzerine yazılmış ve üzerine yazılamamış herşeyle beraber -omuzlarında üşürdü

2     ben geldiğimde bu duvarlar boştu- sonra bir eliften öğrendim yazmayı- elleri mi elifti yahut

3     makinalaşmış ağızlarını yeni roma'nın kör çeşmelerine kör kalsın diye doymamak üzere dayıyorlar -ağızlarını kadehlerin yaldızlı ağızlarına olmayan şarabı içmek üzere dayıyorlar -kadehler kör olsun çeşmelerden şarap aksın

4     ben elifin tüm isimlerini yazdım -bir ismi dahi elif değildi- ben eski roma'nın bir tek notasını yazdım -en güzel sesi yüzündeydi -ben kadehin küstahlığını yazdım -irlanda sularında saat beş sularında parlak saçlarında elim yoktur -benim yenilgilerim duvarlarda yazar

5     duvara vienna yazdım -yazmayı bildiğim son şehirdi hiç bilmediğim sevmediğim soğuk

6     yeni roma'nın sütunlarına tutsağım ben -kendimden önce yazmışlar beni-

1.4.15

1     taşı yenen mavinin göğe suya ve yere vurmasının ardından, taşlar eski renginde değil, taşı oyan mavidir bu havalarda

2     ben yenilgimi maviye yazarım böyle olunca -bir yenilgi böylece güzelleşir oysa yenilgidir

3     belki de yenilgi olduğu için güzeldir -yazacağım ama yalandır -yenilgi yenilgidir ve şiir şiirdir, bir şiirle kendini iyi hisseden yahut başka bir şiirle kötü hisseden adamların hislerinin aksine

4     kadınların hislerinin aksine

5     kadınların gözlerinin üzerine ama elleri de var hikâye söyler -tuhaf korkunç tuhaf, yazmayı bilmeyen bazı kadınların elleri hikâye söyler

6     ellerimi dolduruyor nisan, parmaklarımı beş ediyor yeniden,

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...