Tarih bir defa onaltısına gidiyor, zaman zangır zangır titriyor, bütün çatılarda bir uğultu, bütün gökte bir gri. Aralığın birinin otuzunda, Re'yi gördükten iki hafta sonra yazdığım şeyi yeniden. Âh, yeni olan ne varsa hepsi kör olsun. Eski zamanın grisi insin yere, bir fotoğraf görünce bulansın akıl yeniden. Göğüm gri, gözlerim kahverengi, ne varsa bulanık, benim ruhum gri ve bulanık, ne yazdıysam eksik.
30 aralık 2010
Hiçbirşey değilse şu çocuk heyecanı yüzünü görünce. Herşey gibi oluyor ya, bütün o dünyanın tüm o dertleri, takvimin yorgunluğu dahi.
Adını öğrenmek derdinde değilim, sana Re dediğimi bilsen, sen de kendine Re dersin belki, "Re" işte o kadar sensin.
Hiç değilse, bilirsin.
Seni yazmak, şimdi bildiğimi bir kelime oyunu. Bir çocuk heyecanıyla. Senden habersiz, senden umarsız, birgün bu satırları okuman umudundan başka bir umudu olmayan, adam'ı bilen, bilmezden gelen, adam olmayan bir çocuk heyecanıyla.
Yazmaya yeniden heyecan duyuyorum, kelimeler çağırıyor beni oynamaya yine, bu birşey.
Sen bir'sin, sen her'sin, sen yeni imgem, güzel düşüm, yüzümün kızarması, seni ne zaman hatırlasam gülümseyeceğim.
Ne zamandan beri, ne zaman daha bilmiyorum, ama vallahi tam şimdi seni çok seviyorum.
***
Hemen önümdesin, gözümün önünde, gözümün içinde, dudaklarımda gülümseme. Ayna yok, gözümün içinin parladığını biliyorum yine de, bunca yorgunlukla beraber.
Oysa benim çocukluğum lime lime dökülüyor aynada. Eskimiş birşeycesine çürüyor, hep çocuk kalma düşüm ölüyor. Buna rağmen seni görüyorum, seni bilmesem, adam'ı bilsem, olmayacağımı bilsem de unutur gibi oluyorum.
Re, sen benim ilacımsın. Bilmezsin, ben de bilmezden geliyorum ama, canım çok acıyor bu ara.
Aynada görsem kendimi tanımazdan gelirim, sana bakıyorum onun için, gözlerine bakamasam da.
Yorumlar
Yorum Gönder