Fakültede D bloktaki küçük kafeteryada, kendi ismiyle yazacaksak eğer Beyaz Kafe'de bir televizyon var. Tüplü, sanırım 55 ekran, ne zamandır, yıllardır kapalı. Duruyor orada. Geçen gün bakınca televizyona düşündüm, ben bir zamanlar o televizyonda haberleri izlemiştim. Sanırım Nuh Nebî'den beridir bu fakültedeyim, bir iki defa tufan gördüğüm de oldu. Kimleri gördüm, kimler geçti yanımdan. Her geçen bir kelime bıraktı, tanımadığım kimseler bile. Zaten ben bu fakültede en çok insanlara baktım. Bazan yanıma geldiler, zamanı gelince gittiler (zaten zaman nedir?) ben izledim. Hazırlıkta duyduğum Ses, Maçka'da yaşamayan bir "n.", benim kemiklerimi kökünden ağrıtan öteki, kaf dağının ardında yaşayan kız ve bir nota olarak Re. İzledim, yazdım. Yazdım resimlerini, kimisini tanımadan, kimisini sevmeden adını bile bilmediğim onca kimseyi yazdım. Her insan bir kelime veriyor bence insana, ilk yazdığın yazıda ortaya çıkıyor. Kimi zaman anlamıyorsun bile böyle olduğunu. Belki de böyle değildir, edebiyat teorisi yazmıyorum burada. Birşey daha yazmadım, bir çiçeği yazmadım bu yazıda. Buraya dek.
O televizyonu gördükten sonra bir kağıda yazmaya başlamıştım başta yazdığıma benzer şeyleri. İkinci satırda kalem bitti. Belki de bunu böyle lüzumsuz bir yazıyı yazmamak için işaret olarak okumam gerekiyordu belki de. Yazmam gereken öykülerin taslakları bir dosyada beklerken, ben bir televizyonu yazıyorum. Acaba hiç yazabilecek miyim o öyküleri? Yoksa sahiden böyle bir yeteneğim kalmadı mı? Zaman geçtikçe insan şüphe ediyor. Korkuyor. Ben daima yazacağım, ama ne yazacağım, yazdıklarım okunacak mı bilimiyorum. Zaman gösterecek.
Bugün hava baya ısındı, bir tişörtle dolaşılacak hale geldi yeniden. Sahiden ilginç bir ekim. Tuhaf bir hava. Öylece güzel.
Yorumlar
Yorum Gönder