Nedenini biliyorum, eyvallah, amma ve lâkin ben o kitabı alırken kitapçıdan nasıl doldu gözlerim mutluluktan, sen bilmiyorsun. Demedim. Diyemeyeceğim.
Dün o kitapçıya gittim yine. Bir arkadaşla karşılaştım, gurbette tanışmıştık. Elinde bir ölmüş yazar vardı, ölülere bakıyorduk. Şairler ölümsüzdür, yazan benim evet, ama yalan olduğu besbelli. Bizi bu ölümsüzlük kültürü yanıltıyor zaten, kimseyi öldürmeyi beceremiyoruz.
Ben mesela unutmak nedir bilmiyorum, unutmam gereken ne varsa. Anlamını yitirmesi gereken ne varsa diri tutuyorum, ama bir şemsiyeyi unutuyorum. Oysa şemsiye, beni umursamayan, sevmeyen kadınlar. Her ne haltsa. Durmadan aynı şeyleri yazıyorum.
Bugün hava yeniden ısınmaya başladı. Ekimin biriyle beraber gelen zamansız kış (zaten zaman nedir?) güze dönecek herhalde birkaç güne. Güzü öylesine seviyorum ki. İp üstünde durmaya çalışıp sürekli düşen bir ruhum oluyor, ısrarla yeniden tırmanıyor ipe, hep de düşüyor.
Düşüyorum. Öylece bir aşinalık.
Yorumlar
Yorum Gönder