Denizi görünce söyledim, yeni gelmişiz. Nereye, işaretsiz önemsiz artık bu sorular. Böyle sorular, hemen hemen tüm sorular. Sorular işaretsiz. Yeniden. Yeri gelmişken yazmalıyım, gemi gördüm denizin üzerinde. Olması gerektiği üzere. Herşey sıradandı, yük taşıyordu, sorulacak soru yoktu. Sonraydı aklıma düştü, gelmişiz. Anladım eski bildiklerimden, deniz gözümün önünden gidince. Görüyorum, bir çocuk öldüyor yaprağı, oysa yaprak kuru. Kahverengiye dönmüş bile rengi. Bilincimin rengi ne, soru değil. Gri değil, ilk akla gelen birşey değil, kahverengi de değil. Sakal karanlığı renginde olabilir, benim sakallarım ancak bir karanlıktır. Bir uğultu çenemin altında. Başımda bir uğultu, bilincimin bir iki harf yitirmesini şaşırmadan izliyorum.
Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...
Yorumlar
Yorum Gönder