dün gri/güzel bir gündü. bir nisan yağmurunda, güz yanılgısı buldum, hüzünlü bir sevinç ve yahut tam aksi sevinçli bir hüzün duydum.
cennet yedi kattır, cehennem de. zamanöte bir günde, bir notanın yağmurda eridiğini öğrendikten yedi gün sonra göğünkuşağının yedi renginden biri olmayan gri, içimde doğdu.
gri: önce gri vardı, ruhumun daimi rengi göğünyüzüne yansımıştı zamansız ve yahut tam zamanında. grisini göğüyle üleşen insan güzelleşir. kayayı taşırken dağa, diline bir türkü yerleşir: "dağda bulut geziyor yine yağmur yağacak"
yağmur: göğünyüzündeki çağrısından habersiz bir notaya ve bana, hikâyesiz bu şehrin tüm insanlarına ve benim kendi romama, beklenmeyen bir mesih misali indi gök. yer ile karıştı, yek oldu, yüzüme ne zamandır aradığım ve yahut daima kaçtığım huzur yerleşti.
nisangüzü: altınçağ. terzilerin kuyumcu olmasının hikmeti. sokaklara ve lambalarına, dağa, romaya ve gözüme vuran gri. görmek isteyene göğünyüzünün çağrısı.
yüzler: bulanık ve yahut aydınlık onca yüzler, ancak görmek istediğim bir yüzü saklayan gri. kelimeleri hoyratça savuran, kelimeleri ve kedileri umursamayan onca yüzler. oysa ben kediden korkan bir yüzü arıyorum, onca griyi onun için döktüm yere ve göğe.
yollar: gri asfaltı ezen tekerlekler, gri gökten düşen kurşun damlaları. yollar çürüyor en çok, insanlardan sonra, yollara bakan insanlarla beraber yok oluyorlar. her yol birgün yok olacak, eskiyerek ve yahut anlamsızlaşarak. kelimelere benziyor kaderleri, romayı yazan kelimelere.
cennetin merdivenleri: ben adını kendim yazdım yüzüne bakınca. yüzünde gördüm, sırrı, hâkikatın suretini, yüzünde gördüm aradığımı, elimden kayan çocukluğumu, bir çocuğu yaşatan başka bir hızırı. hikâyesiz şehrimde ve yahut ürkütücü romada, masumiyeti, güzelliği, hep yaşamak istediğim eski zamanların hikâyesini, şairlerin imgesini ve şairlere bir kadına isim verdiren o sırrı Re'de öğrendim. merdivenleri tırmandım, dağı tırmandım, öteye geçmek için az gittim uz gittim, bir masada, sevdiğin kadının sevdiği adamı sevmeyi öğrendim. merdivenler azalıyor, zirveye yaklaşıyorum, kaya ağırlaşıyor, söylememeyi ve söylememeyi susmaktan ayırmayı öğreniyorum. merdivenler bitiğinde, bir de bakacağım ki, yine dağın eteğine dönmüşüm.
cennet: cennete çıkalım mı, dedim, yok, dedi adam. sonra olduğunu gördü merdivenlere bakınca, çıkalım, dedi. çıkmadık. belki cennet bize gelir, dedim, gelmeyeceğini bilerek.
cennet yedi kattır, cehennem de. zamanöte bir günde, bir notanın yağmurda eridiğini öğrendikten yedi gün sonra göğünkuşağının yedi renginden biri olmayan gri, içimde doğdu.
gri: önce gri vardı, ruhumun daimi rengi göğünyüzüne yansımıştı zamansız ve yahut tam zamanında. grisini göğüyle üleşen insan güzelleşir. kayayı taşırken dağa, diline bir türkü yerleşir: "dağda bulut geziyor yine yağmur yağacak"
yağmur: göğünyüzündeki çağrısından habersiz bir notaya ve bana, hikâyesiz bu şehrin tüm insanlarına ve benim kendi romama, beklenmeyen bir mesih misali indi gök. yer ile karıştı, yek oldu, yüzüme ne zamandır aradığım ve yahut daima kaçtığım huzur yerleşti.
nisangüzü: altınçağ. terzilerin kuyumcu olmasının hikmeti. sokaklara ve lambalarına, dağa, romaya ve gözüme vuran gri. görmek isteyene göğünyüzünün çağrısı.
yüzler: bulanık ve yahut aydınlık onca yüzler, ancak görmek istediğim bir yüzü saklayan gri. kelimeleri hoyratça savuran, kelimeleri ve kedileri umursamayan onca yüzler. oysa ben kediden korkan bir yüzü arıyorum, onca griyi onun için döktüm yere ve göğe.
yollar: gri asfaltı ezen tekerlekler, gri gökten düşen kurşun damlaları. yollar çürüyor en çok, insanlardan sonra, yollara bakan insanlarla beraber yok oluyorlar. her yol birgün yok olacak, eskiyerek ve yahut anlamsızlaşarak. kelimelere benziyor kaderleri, romayı yazan kelimelere.
cennetin merdivenleri: ben adını kendim yazdım yüzüne bakınca. yüzünde gördüm, sırrı, hâkikatın suretini, yüzünde gördüm aradığımı, elimden kayan çocukluğumu, bir çocuğu yaşatan başka bir hızırı. hikâyesiz şehrimde ve yahut ürkütücü romada, masumiyeti, güzelliği, hep yaşamak istediğim eski zamanların hikâyesini, şairlerin imgesini ve şairlere bir kadına isim verdiren o sırrı Re'de öğrendim. merdivenleri tırmandım, dağı tırmandım, öteye geçmek için az gittim uz gittim, bir masada, sevdiğin kadının sevdiği adamı sevmeyi öğrendim. merdivenler azalıyor, zirveye yaklaşıyorum, kaya ağırlaşıyor, söylememeyi ve söylememeyi susmaktan ayırmayı öğreniyorum. merdivenler bitiğinde, bir de bakacağım ki, yine dağın eteğine dönmüşüm.
cennet: cennete çıkalım mı, dedim, yok, dedi adam. sonra olduğunu gördü merdivenlere bakınca, çıkalım, dedi. çıkmadık. belki cennet bize gelir, dedim, gelmeyeceğini bilerek.
"there's a sign on the wall
but she wants to be sure,
'cause you know, sometimes words have two meanings."
Yorumlar
Yorum Gönder