Ana içeriğe atla

Terzinin pazarı tasviri ve sona dair ilk sözleri.

Re ile son zamanın arefesi. Belirsizlikli bir pazar günü. Şiir kitabi aldım, öyle yapmalıydım, kelime oyunu değil. Parmağımdaki kahve kitaba bulaştı, pek güzel. Silik bulutlu birgün, yorgunluk doğuruyor durmak. Yürümek yani boşluğu yarmak pek yaramıyor aklı dağıtmaya. Pek fazla yok aklım onu da biliyorum, yalanlı bir tevazu olarak yazıyorum, işte bu kelime oyunudur. Vapur suyu böldü, Nuh Nebî'nin vapuru değildi herkes yalnızdı, sevişen var mıydı görmedim, ama varsa her ikisi de kendinde yalnızdı. Yalanlı yazıyorum, çünkü büyük harflere döndüm. Aklım bulanık biraz, biraz korkuyorum aydınlık fotoğraflardan ben yoksam. Adını söylememeyi ona iyice ezberledim.
*
Olsa da olur olmasa da diye yazıyorum. Böyle yazmak elbet korkunç, ama yazmamak da korkunç. İnsanlar önümden geçiyorlar bana bakıyorlar. Güzel kadınlar bana bakınca kendikendime kendimle övünüyorum, öylece oyalanıyorum. Zamanı vakti hep öldürüyorum, ölüm de bu günün içinde. Akşama kalmayacak.
*
Musa Peygamber'in yardığı denizden bu yana hep denizler insanları ikiye bölüyor. Böylece büyük bir cümle daha yazdım. Yalanlı yahut düpedüz yalan, yazmanın büyük çekiciliği, sonradan sarı saçlı yani boyalı bir kadın gibi. Yine de güzel. Evet öyle bir kadın gördüm az önce. Yarın ondan başka bir de çiçek göreceğim, onu görmezden geleceğim herhalde, böyle konuşuyoruz çünkü, bir de saçlarına bakıyorum arkasından, nedenini bilmiyorum.
*
Mart ayı oldu ya, yirmiyedisinde alfabemin ilk harfini yazmamın yedinci yılı dolacak. Ne olacak? Hiçbirşey. Öldürdüler sonunda zamanı diyecekler yalnızlığım başlayacak yeniden en baştan. Ne yazmıştım simurg alışkanlığı. Öyle, öyle.
*
özne gizli yazıyorum hep, hep yazıyorum, dağa taşımak lazım çünkü kayayı, hep yeniden dört mevsimin dönmesi gibi, özne çok açık öylece keskin, çünkü çok doğdum ben, sizden fazla, ondan yazıyorum durmadan herşeyi bozarak, muğlak ve bulanık bırakıyorum özneyi, tüm zamanlarda şimdiyi arayarak.

ben terziyim çünkü şairlerin eski ahidine uydum, isim verdim sevdiğime, göğü diktim sonra zamanlarca.

*

Re dedim ona aralık akşamı. Elimle yazdım ona bilmediği adını.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...