"Mücehver takmamıştı, ama gözleri vardı." Bu cümleyle lise birde, o zaman ki edebiyat hocamın "Zamanın Manzara"sını tüm sınıfa okutmasıyla tanıştım. Lisede de güzel insanlar tanıdım, güzel hocalarım, kıymetli arkadaşlarım oldu. Oldu, olmadı. Olmamasının nedeninin çoğu da benim. Mesela, aşk uğruna, can havliyle, bir dostuma yaptığım birşey var ki, kendimi hâlâ affetmiyorum. Çocuktum, diyemiyorum, aşıktım, diyemiyorum, halis bir kötü ruh hareketiydi o. Ruhumun karanlık yüzünü, pek çok yazmayacağım takdir edersiniz ki, size kendimi o kadar da açmayacağım. Anı anlatıyoruz diye, kendimizi mi yerelim, kendimizi mi kötüleyelim illa ki. Sonra annem kızıyor zaten, "oğlum, neden habire benden adam olmaz, diye yazıyorsun" diyor. "What can I do sometimes?" diyemiyorum, adeta bir Fatih Terim gibi.
Uzunca bir süre bu apartmanda yaşadım. Hâlâ sürmekte olan dostluklarla, modern zamanın apartman kavramından çok uzakta bir yerdi burası. Kâh aşağıya iner, Yağız'la korsancılık oynardım, kâh karşı dairede olurdum.
Doğumgünlerini, apartmanın arka bahçesinde kutlardık.Kimin doğumgünü olursa oradaydık, çok fazla çocuk olduğundan, çok doğumgünü olurdu. Ufak tefek eğlenceler de yapardık. Ben beşinci sınıfta Barış Manço olamadım, ama ondan çok önce, hem de defalarca Tarkan olmuşluğum vardır. "A Acayipsin" şarkısını ezbere bilirdim. "Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin. Ya gel bana sahici sahici, ya da anca gidersin." Hâlâ daha çoğunu hatırlıyorum şarkının, bir doğumgünü falan olursa çağırabilirsiniz yani, para mühim değil, üç yüz beş yüz birşey verirsiniz işte, gönlünüzden ne koparsa. (Düşündüm de düğündür, sünnetir, bunlar da olur. Sizlere "performans sergilerim".)
O zamanlar, sabahın köründe uyanırdım. Uyanırdım ve efendi gibi otururdum dememi beklemiyorsunuz herhalde, bir çocuk olarak, misafir dahil, kim varsa uyandırırdım. "Yasin ağbi, kağğğk, kağğğk!" Bir yandan da dürterek, sizi sabahın köründe küçük bir çocuğun uyandırmaya çalıştığını düşünün. Ben olsam beni döverdim. Ama, çocuk işte, dövsen dövülmez, sövsen sövülmez.
Bir sabah uyandığımda, babam yine yurtdışından gelmişti herhalde, büyükçe bir kutu vardı salonda. Sega Master System, oyun konsolu. Alex Kidd'in dibine vururduk, Pınar'la ve Irmak'la. Rambo benzeri, belki de Rambo'ydu pek hatırlamıyorum, bir oyun vardı. Formula 1 vardı, "Aytron Senna Monaco GP".
Oyun oynamaktan nasıl vazgeçer insan, diye çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Oyuncaklarla olsun, hayalgücümüzle olsun nice oyun yaratıyorduk.Mesela Yağız'la korsancılık oynarken, ranzasını gemi, teleskopunu bazuka yapıyorduk. Korsam gemisinde bazukanın ne işi var, teleskopu dürbün yapsana, derseniz, çocukla çocuk olmayın, derim.
Neslihan ablam, Nilay ablam gelirdi bize yatıya, oyunlar uydururduk. Hatta bir defasında beyaz eşya satıcısıydık hepimiz. (Narkotikçi ağbilerim not: Öyle değil ağbicim, buzdolabı falan. Dur ağbi, kolumu bükme. "Al bunu al, al, al.") Ben Arzum satıyordum, reklamlar falan yazıyorduk kağıtlara, tükürüklerle duvarlara yapıştırıyorduk. Reklamlarda da kendimizi övmek yerine rakibimizi yeriyorduk nedense.
Ama, insan büyüyor, oyundan da vazgeçebiliyor. Altı yaşındaki bana bunu söyleyebilirim. Bir şekilde, altı yaşımdaki halimle konuşabilmek isterdim. O benim yanıma gelsin, ben onun yanına gideyim, konuşalım. Ne diyeceğim ki, bilmiyorum, öyle öğüt falan vermeyeceğim, versem de aynı naneleri yine de yiyecek zaten. Havadan sudan konuşmak isterdim. Ama, dediğini anlamakta zorlanabilirdim, yine de o konuşur dururdu.
"Big games easy than the other games. Unfortunately. everytime is we have the control the games, under the control the games, during the games. We have the some possibilities, some big chances, some big okazyons, something like that but what can i do, sometimes? And it's the football, that's the football. Something happened. Everything is something happened. But anyway now is in the tabela, we have to seen the situation, now is second position. And one point more. I don't want to see the back, I want to see the front.
Fatih TerimSayın Terim'e ayıp olmayacaksa, ben yine biraz gerilere bakmak istiyorum. Alaybey'de Girgin Konak Apartmanı'nın sekizinci katına gidip, yine karşı komşumuz Zuhal teyzede, Pınar ve Irmak'la oynayan benimle karşılaşıyorum.
Uzunca bir süre bu apartmanda yaşadım. Hâlâ sürmekte olan dostluklarla, modern zamanın apartman kavramından çok uzakta bir yerdi burası. Kâh aşağıya iner, Yağız'la korsancılık oynardım, kâh karşı dairede olurdum.
Doğumgünlerini, apartmanın arka bahçesinde kutlardık.Kimin doğumgünü olursa oradaydık, çok fazla çocuk olduğundan, çok doğumgünü olurdu. Ufak tefek eğlenceler de yapardık. Ben beşinci sınıfta Barış Manço olamadım, ama ondan çok önce, hem de defalarca Tarkan olmuşluğum vardır. "A Acayipsin" şarkısını ezbere bilirdim. "Başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin. Ya gel bana sahici sahici, ya da anca gidersin." Hâlâ daha çoğunu hatırlıyorum şarkının, bir doğumgünü falan olursa çağırabilirsiniz yani, para mühim değil, üç yüz beş yüz birşey verirsiniz işte, gönlünüzden ne koparsa. (Düşündüm de düğündür, sünnetir, bunlar da olur. Sizlere "performans sergilerim".)
O zamanlar, sabahın köründe uyanırdım. Uyanırdım ve efendi gibi otururdum dememi beklemiyorsunuz herhalde, bir çocuk olarak, misafir dahil, kim varsa uyandırırdım. "Yasin ağbi, kağğğk, kağğğk!" Bir yandan da dürterek, sizi sabahın köründe küçük bir çocuğun uyandırmaya çalıştığını düşünün. Ben olsam beni döverdim. Ama, çocuk işte, dövsen dövülmez, sövsen sövülmez.
Bir sabah uyandığımda, babam yine yurtdışından gelmişti herhalde, büyükçe bir kutu vardı salonda. Sega Master System, oyun konsolu. Alex Kidd'in dibine vururduk, Pınar'la ve Irmak'la. Rambo benzeri, belki de Rambo'ydu pek hatırlamıyorum, bir oyun vardı. Formula 1 vardı, "Aytron Senna Monaco GP".
Oyun oynamaktan nasıl vazgeçer insan, diye çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Oyuncaklarla olsun, hayalgücümüzle olsun nice oyun yaratıyorduk.Mesela Yağız'la korsancılık oynarken, ranzasını gemi, teleskopunu bazuka yapıyorduk. Korsam gemisinde bazukanın ne işi var, teleskopu dürbün yapsana, derseniz, çocukla çocuk olmayın, derim.
Neslihan ablam, Nilay ablam gelirdi bize yatıya, oyunlar uydururduk. Hatta bir defasında beyaz eşya satıcısıydık hepimiz. (Narkotikçi ağbilerim not: Öyle değil ağbicim, buzdolabı falan. Dur ağbi, kolumu bükme. "Al bunu al, al, al.") Ben Arzum satıyordum, reklamlar falan yazıyorduk kağıtlara, tükürüklerle duvarlara yapıştırıyorduk. Reklamlarda da kendimizi övmek yerine rakibimizi yeriyorduk nedense.
Ama, insan büyüyor, oyundan da vazgeçebiliyor. Altı yaşındaki bana bunu söyleyebilirim. Bir şekilde, altı yaşımdaki halimle konuşabilmek isterdim. O benim yanıma gelsin, ben onun yanına gideyim, konuşalım. Ne diyeceğim ki, bilmiyorum, öyle öğüt falan vermeyeceğim, versem de aynı naneleri yine de yiyecek zaten. Havadan sudan konuşmak isterdim. Ama, dediğini anlamakta zorlanabilirdim, yine de o konuşur dururdu.
Yorumlar
Yorum Gönder