"Anılar bizi yalnız bırakmaz / Yalnızız yine de" Murathan MunganDolmuştaydım. Mesajlaşıyorduk. Başını sonunu hatırlamıyorum mesajın, yanılmıyorsam "yeri değil ama" mealinde başlıyordu, "seni seviyorum" yazmıştım. "Ne desem ki" yazmıştı. Dememesi gereken şey, tam olarak buydu sanırım.
Ama, duyduğum en kötü şey değildi.
Bu yazdığımdan da bir sene önce, ki lise iki oluyor, biri ben olmak üzere üç erkek, bir de hoşlanılan kız yürüyorduk. İki arkadaş uzay mekiğinin parçaları gibi, bizi yalnız bırakmak üzere ayrıldılar. Tehmin edeceğiniz üzere "açılmak" denilen o talihsiz konuşmayı yapmak üzereydim. Karşımdaki kız egodan yapılmıştı ve ben çekingen, korkaktım. Elim ayağıma dolaşarak, "senden hoşlanıyorum" dedim, "yapma be!" dedi. Gerçekten yapmamalıydım, hayatımda en pişman olduğum şeylerden biridir, ona bunu söylemek. Böyle bir terbiyesizlikle cevap veren birinden, ne halt yemeye hoşlanmışım bilmiyorum. Gönülün konma varsayımlarıyla ilgili herhalde. Bana çok dokundu, inkar etmiyorum, o günlerde ki o adam (çocuksu ben) yerine, bugünkü ben olarak orada olabilmeyi, ona cevap verebilmeyi isterdim.
Neyse.
Karşılaşmalar var mesela. Dünya küçük olduğundan, herbirimizin başına geldiği üzere, ben de zaman zaman eskilerle karşılaşıyorum. "Ne desem ki"yle, bir alışveriş merkezinde karşılaşmıştık. Tek başıma, Konak'ta bir alışveriş merkezindeydim, yürürken karşımdan o geliyordu. Bu sefer "ne diyeceğine" karar vermiş olarak başını bir adama yaslamış olarak geliyordu. Göz göze geldik. Yürüdük geçtik. Sonra olayı daha da sinematikleştirmek için (tek derdim bu olsa gerek) arkasından da baktım. Sarsılmıştım. Ona hâlâ aşıktım o zaman. Bir yıl sonra, internet üzerinden bu olayı yazışmıştık.
Sonra, sanırım internette yazıştıktan bir yıl sonra, ki bu yazışmalar sonunda bana yaptığı şeyi de unutmayacağım, ama bunu yazmayacağım da pek tabii. Herneyse. Bu sefer Bornova'da bir alışveriş merkezindeydim, sinemada büfede kolama buz istiyordum. Adam dediğimi duymuyordu, "buuuz, buuuz" diye ünnüyordum ki, arkamdan tanıdık bir ses "buz" dedi. Döndüm baktım, evet O'ydu. Hiçbirşey demedim, yanında bir genç adam vardı yine. Öylece yanından geçtim gittim. Filmin ikinci yarısından birşey anlamadım malesef. Neden sonra, sanırım yine bir yıl sonra, o genç adamın kardeşi olduğunu öğrenecek ve "vay ne kadar büyümüş" diye yazacaktım.
Re'yle de karşılaştım. O da oldukça hikâyeliydi, zaman-mekan-olay olarak. Genelde şiir yaşayan ben, o an bir öykünün içine düşmüştüm. Bu güzel anımı, maalesef ki, şu an anlatamayacağım. Belki başka bir zaman yazmak üzere o anımı bilinçaltımda demlenmeye bırakıyorum.
Ne geldiyse başıma, gönlümden geldi. Beşinci sınıftaydım sanırım, yine bir futbol turnuvası vardı. Mini kaleler falan vardı, ne olduysa bir maçta kaleye geçmem gerekmişti. Lev Yashin, Simoviç yahut Zubizaretta ile yarışır bir performans sergileyerek kalede "adeta devleşmiştim". Gol yememiş ve galibiyette önemli bir pay sahibi olmuştum. Bir dahaki maçta yine kaleye geçmemi istediler, ben de müthiş havaya girmiştim, trip yapıyordum. O zaman hoşlandığım kıza sormuştum, "geç" demişti, geçmiştim. "Böyle birşeyi neden insan hoşlandığı kıza sorar?" diye sorarsanız, beşinci sınıftaydım ve sorunuzun cevabı "kur yapmak"tı. Ama, ne yazık ki, ilk maçta ki, panterleşen performansımın "acemi şansı" olduğunu anlamak için tek devre yetmiş, bir araba gol yeyip, devre arasında oyundan alınmıştım.
Yorumlar
Yorum Gönder