Ana içeriğe atla

Yirmibeşi Devirirken - İkinci Fasikül

"Anılar bizi yalnız bırakmaz / Yalnızız yine de" Murathan Mungan
Dolmuştaydım. Mesajlaşıyorduk. Başını sonunu hatırlamıyorum mesajın, yanılmıyorsam "yeri değil ama" mealinde başlıyordu, "seni seviyorum" yazmıştım. "Ne desem ki" yazmıştı. Dememesi gereken şey, tam olarak buydu sanırım.

Ama, duyduğum en kötü şey değildi.

Bu yazdığımdan da bir sene önce, ki lise iki oluyor, biri ben olmak üzere üç erkek, bir de hoşlanılan kız yürüyorduk. İki arkadaş uzay mekiğinin parçaları gibi, bizi yalnız bırakmak üzere ayrıldılar. Tehmin edeceğiniz üzere "açılmak" denilen o talihsiz konuşmayı yapmak üzereydim. Karşımdaki kız egodan yapılmıştı ve ben çekingen, korkaktım. Elim ayağıma dolaşarak, "senden hoşlanıyorum" dedim, "yapma be!" dedi. Gerçekten yapmamalıydım, hayatımda en pişman olduğum şeylerden biridir, ona bunu söylemek. Böyle bir terbiyesizlikle  cevap veren birinden, ne halt yemeye hoşlanmışım bilmiyorum. Gönülün konma varsayımlarıyla ilgili herhalde. Bana çok dokundu, inkar etmiyorum, o günlerde ki o adam (çocuksu ben) yerine, bugünkü ben olarak orada olabilmeyi, ona cevap verebilmeyi isterdim.

Neyse.

Karşılaşmalar var mesela. Dünya küçük olduğundan, herbirimizin başına geldiği üzere, ben de zaman zaman eskilerle karşılaşıyorum. "Ne desem ki"yle, bir alışveriş merkezinde karşılaşmıştık. Tek başıma, Konak'ta bir alışveriş merkezindeydim, yürürken karşımdan o geliyordu. Bu sefer "ne diyeceğine" karar vermiş olarak başını bir adama yaslamış olarak geliyordu. Göz göze geldik. Yürüdük geçtik. Sonra olayı daha da sinematikleştirmek için (tek derdim bu olsa gerek) arkasından da baktım. Sarsılmıştım. Ona hâlâ aşıktım o zaman. Bir yıl sonra, internet üzerinden bu olayı yazışmıştık.

Sonra, sanırım internette yazıştıktan bir yıl sonra, ki bu yazışmalar sonunda bana yaptığı şeyi de unutmayacağım, ama bunu yazmayacağım da pek tabii. Herneyse. Bu sefer Bornova'da bir alışveriş merkezindeydim, sinemada büfede kolama buz istiyordum. Adam dediğimi duymuyordu, "buuuz, buuuz" diye ünnüyordum ki, arkamdan tanıdık bir ses "buz" dedi. Döndüm baktım, evet O'ydu. Hiçbirşey demedim, yanında bir genç adam vardı yine. Öylece yanından geçtim gittim. Filmin ikinci yarısından birşey anlamadım malesef. Neden sonra, sanırım yine bir yıl sonra, o genç adamın kardeşi olduğunu öğrenecek ve "vay ne kadar büyümüş" diye yazacaktım.

Re'yle de karşılaştım. O da oldukça hikâyeliydi, zaman-mekan-olay olarak. Genelde şiir yaşayan ben, o an bir öykünün içine düşmüştüm. Bu güzel anımı, maalesef ki, şu an anlatamayacağım. Belki başka bir zaman yazmak üzere o anımı bilinçaltımda demlenmeye bırakıyorum.

Ne geldiyse başıma, gönlümden geldi. Beşinci sınıftaydım sanırım, yine bir futbol turnuvası vardı. Mini kaleler falan vardı, ne olduysa bir maçta kaleye geçmem gerekmişti. Lev Yashin, Simoviç yahut Zubizaretta ile yarışır bir performans sergileyerek kalede "adeta devleşmiştim". Gol yememiş ve galibiyette önemli bir pay sahibi olmuştum. Bir dahaki maçta yine kaleye geçmemi istediler, ben de müthiş havaya girmiştim, trip yapıyordum. O zaman hoşlandığım kıza sormuştum, "geç" demişti, geçmiştim. "Böyle birşeyi neden insan hoşlandığı kıza sorar?" diye sorarsanız, beşinci sınıftaydım ve sorunuzun cevabı "kur yapmak"tı. Ama, ne yazık ki, ilk maçta ki, panterleşen performansımın "acemi şansı" olduğunu anlamak için tek devre yetmiş, bir araba gol yeyip, devre arasında oyundan alınmıştım.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...