Anılar denilen bilinç dolabını açtığımız zaman, okuldan bahsetmemek olmaz. Anaokulu, ilköğretim, lise ve üniversite derken, aklıma gelenlerle epey bir yazabilirim herhalde. Neyse ki, askerliğimi yapmadım, o konuda siz okurlarım müsterih olunuz. (Jandarma ağbilerime not: Kaçak değilim, üniversite öğrencisiyim. Yoksa niye yapmayalım ağbi, valla bak.)
Anaokulu iyiydi güzeldi. Çok sevdim, iki sene okudum. Öyle aman aman birşey hatırlamıyorum. Şöyle birşeydi. Ben doksan santimdim.
Birinci sınıfın okumayı öğrenmekten başka bir yararını görmedim. Hayır, bir zararını da görmedim. Okumayı öğrendiğimden beri, ne bulursa okuyorum, çok okuyorum. Çocukken durakta beklerken yolda uçuşan gazeteleri ayağımla düzeltir okurdum. Okumaya başlamamla beraber, depresyona da girmişim. Şaka bir yana, okumakla alakası olmasa da birinci sınıfta ciddi bunalım geçirdiğimi çok sonradan öğrendim. Okulumu değiştirdiler. Ben birinci sınıftan beri depresyonlara giren çıkan, okuyan ve yazan bir adamım. Boş adam değilim yani. Bana saksı muamalesi yapmayın, çok rica ederim.
Sonradan adam olmayacağıma karar verdim tabii, kendi kendime "oğlum Remzi Serhat, seninle açık açık konuşalım, ikimizde biliyoruz ki senden adam olmaz. Senin adın Remzi Serhat, benim adım da Remzi Serhat, zira ben senim, sen bensin. Bundan sonra senin adın Adamolmazadam olsun." dedim, ama çok sonraydı, ta üniversitede. Kendimin karşısına geçip, "sen bana adam olamazsın dedin ama" diye başlayan konuşmayı yapacağım gün için bileniyorum, ama biliyorum ki kendim, bana lafı çok pis sokacak.
Herneyse.
İkinci sınıftan itibaren, önceki yazımda da adını yazdığım Mübeccel hocamla tanışınca, benim matematiksel deham ortaya çıktı. Hocam, "leb" derken, ben "havuz üç saatte dolar" diyordum. Problemleri hemen çözüp, sınıfın içinde dolanıyordum. Başkalarının dikkatini dağıttığım için, hocam bana daha çok problem verdi, o verdikçe ben çözdüm. Üçüncü sınıfta, hocamın oğlu evde bana özel dersle denklemleri anlatıyordu. X'ler yerine kutular vardı, şöyle ki, "3x" yazmıyordu da "3 █" yazıyordu. Kutunun içindeki sayıyı bulmaya uğraşıyordum. "Deal Or No Deal" (Var Mısın? Yok Musun?) yarışmasının format sahibi kendisi olabilir, bana ders anlatırken aklına gelmiş olabilir, bir araştırmak lazım.
İlköğretim boyunca, karnemde resim ve müzik hariç tüm derslerim 5'ti, resim ve müzik 3'tü. Demek ki bilinçaltıma işlemiş ki, çok sonradan bir güzele baktığımda nota gördüm. Bir defasında, bir sınavdan 2 almıştım, ne sınavı olduğunu hatırlamıyorum, Mübeccel hocam, müdür yardımcısı görür de inanmaz diye, eliyle 2'yi 3 yapmıştı.
Altıncı sınıfta, Tübitak olimpiyatlarına çalışan gruptaydım. ÖSS kitaplarıyla çalışıyorduk, her akşam yüzlerce soru çözmemi istiyorlardı, ama ben artık tembeldim, üşeniyordum, zor geliyordu. Kendi kendime karar verdim, "ben çalışmalardan ayrılıyorum" diye aileme açıkladım. Babam, sağolsun kararıma saygı duydu, ama "çok iyi düşün, sonra çok pişman olursun" diye de uyardı. Biti kanlanmaya başlayan ben, çok iyi düşünemedim. Hiç düşünmedim. Ayrıldım. "O son dubleyi içmeyecektik" pişmanlığını, "o çalışmalardan ayrılmayacaktım" diye çok yaşadım sonra. Babam haklıydı.
O çalışmalardan ayrıldım, siyasete ilgi duymaya başladım. 99 Marmara Depremi sonrasında, bir Kızılay skandalı patlamıştı. Okulda da Kızılay haftasının etkinlikleri vardı. "Ben, halkın parasını yiyen Kızılay için törene katılmam" deyince ben, ortalık biraz karışmıştı. Babamı okula çağırmışlardı.
Çalışmalardan ayrılmamla beraber, "çalışmak" denilen şeyi tamamen bıraktım. Lise hazırlıkta ödev yapmayı da bıraktım. Serbest düşüşe geçtim.
Lisede vasat bir öğrenciydim. İlginç başarılarım vardı yine de, Almanca'da 100 üzerinden 3 almıştım bir defasında. Lise birde sınıfta kalmaktan kurtarma sınavlarıyla kurtuldum. Karnemde "sınıfta kaldı" bölümü işaretlidir. Lise iki de pek farlı değildi, aşık oluyor, depresyona giriyor, öylece vakit öldürüyordum. Durmadan yazıyordum, nefessiz yazıyordum. Lisede yazdığım, yüzlerce sayfa, bir klasör içinde odamı hâlâ işgal etmektedir. Pek yazık ki, yazdıklarımın çoğu, yeniden işlenmedikçe edebi çöp. Çok yazmak, iyi yazmak değildir. Hatta, çoğunlukla kötü ürün vermektir ne yazık ki.
Bir de burada, siz gönül dostlarına yazmam gereken birşey var. Altı yaşından beri içime bazen yetmiş yaşında bir dede kaçıyor ve nasıl oluyorsa, bir huysuz ihtiyara dönüşüyorum. Bunu yenmeye çalışmakla beraber, hâlâ tam olarak yendiğimi söyleyemem. Lisede beni çekilmez bir adam yapmıştı bu kusur, kimse de pek çekmemişti. Sağolsun, bir arkadaşım uzun süre direndi, onun hakkını yiyemem. Ben olsam beni çekmezdim, kimseye birşey diyemem.
Lise üçte, yazdıklarıma yeni bir yön verecek birini sevdim. İkinci fasikülde ve ağustosta bir yazıda ondan bahsetmiştim. ÖSS'ye yeterince hazırlanamadım, ona yazılar, şiirler yazmaktan. (Bahane güzelmiş) Ama bir hocam sayesinde, hatta iki hocam sayesinde matematikle barışmam yine bu senededir. Lise bir de tek hanelerde gezerken, türevle ilgili sınavda 98 aldım, böylelikle de ortaöğretim hayatını bitirdim.
İkinci sene girdiğim ÖSS'den de hiç fena olmayan matematik netleri çıkarınca, matematikle yeniden aşk yaşamaya karar verdim ve ismini yanlışlıkla duyduğum "ekonometri" bölümünü bilerek ve isteyerek seçtim. Duşta suyun altında düşünürken "ben ekonometri okuyacağım!" dedim, duştan çktım, giyindim (evreka, evreka!) durumu aileme açtım. Babam, sağolsun, yine kararıma saygı duydu.
Peki ne oldu? Yeniden vasat bir öğrenci oldum, yine bol bol aşık oldum. Sevdim sevilmedim, seveni de ben sevmedim. Okudum, yazdım. Kampüste bankta oturup geleni geçeni izledim. Böylece, Adamolmazadam oldum.
Tabii, 16 aralık 2010. Re'yi, Re olarak gördüğüm akşam. Adını bilmezken, ona isim verdiğim akşam. Bu sene, o geceyi ona anlatacağım sene. Anlatabilirsem. Bu sene son senemiz, bu sene onu kaybedeceğim sene.
Evet, böylece oldukça eğlenceli üslupla yazdığım yazıyı, duygusal bir biçimde bağladım. Nasıl yaptım? ("Temiz Hava ve Dostluk'un yazarından.)
Not: Siz gönül dostlarına, yazıda bir "easter egg" olduğunu söylemeyi borç bilirim.
Birinci sınıfın okumayı öğrenmekten başka bir yararını görmedim. Hayır, bir zararını da görmedim. Okumayı öğrendiğimden beri, ne bulursa okuyorum, çok okuyorum. Çocukken durakta beklerken yolda uçuşan gazeteleri ayağımla düzeltir okurdum. Okumaya başlamamla beraber, depresyona da girmişim. Şaka bir yana, okumakla alakası olmasa da birinci sınıfta ciddi bunalım geçirdiğimi çok sonradan öğrendim. Okulumu değiştirdiler. Ben birinci sınıftan beri depresyonlara giren çıkan, okuyan ve yazan bir adamım. Boş adam değilim yani. Bana saksı muamalesi yapmayın, çok rica ederim.
Sonradan adam olmayacağıma karar verdim tabii, kendi kendime "oğlum Remzi Serhat, seninle açık açık konuşalım, ikimizde biliyoruz ki senden adam olmaz. Senin adın Remzi Serhat, benim adım da Remzi Serhat, zira ben senim, sen bensin. Bundan sonra senin adın Adamolmazadam olsun." dedim, ama çok sonraydı, ta üniversitede. Kendimin karşısına geçip, "sen bana adam olamazsın dedin ama" diye başlayan konuşmayı yapacağım gün için bileniyorum, ama biliyorum ki kendim, bana lafı çok pis sokacak.
Herneyse.
İkinci sınıftan itibaren, önceki yazımda da adını yazdığım Mübeccel hocamla tanışınca, benim matematiksel deham ortaya çıktı. Hocam, "leb" derken, ben "havuz üç saatte dolar" diyordum. Problemleri hemen çözüp, sınıfın içinde dolanıyordum. Başkalarının dikkatini dağıttığım için, hocam bana daha çok problem verdi, o verdikçe ben çözdüm. Üçüncü sınıfta, hocamın oğlu evde bana özel dersle denklemleri anlatıyordu. X'ler yerine kutular vardı, şöyle ki, "3x" yazmıyordu da "3 █" yazıyordu. Kutunun içindeki sayıyı bulmaya uğraşıyordum. "Deal Or No Deal" (Var Mısın? Yok Musun?) yarışmasının format sahibi kendisi olabilir, bana ders anlatırken aklına gelmiş olabilir, bir araştırmak lazım.
İlköğretim boyunca, karnemde resim ve müzik hariç tüm derslerim 5'ti, resim ve müzik 3'tü. Demek ki bilinçaltıma işlemiş ki, çok sonradan bir güzele baktığımda nota gördüm. Bir defasında, bir sınavdan 2 almıştım, ne sınavı olduğunu hatırlamıyorum, Mübeccel hocam, müdür yardımcısı görür de inanmaz diye, eliyle 2'yi 3 yapmıştı.
Altıncı sınıfta, Tübitak olimpiyatlarına çalışan gruptaydım. ÖSS kitaplarıyla çalışıyorduk, her akşam yüzlerce soru çözmemi istiyorlardı, ama ben artık tembeldim, üşeniyordum, zor geliyordu. Kendi kendime karar verdim, "ben çalışmalardan ayrılıyorum" diye aileme açıkladım. Babam, sağolsun kararıma saygı duydu, ama "çok iyi düşün, sonra çok pişman olursun" diye de uyardı. Biti kanlanmaya başlayan ben, çok iyi düşünemedim. Hiç düşünmedim. Ayrıldım. "O son dubleyi içmeyecektik" pişmanlığını, "o çalışmalardan ayrılmayacaktım" diye çok yaşadım sonra. Babam haklıydı.
O çalışmalardan ayrıldım, siyasete ilgi duymaya başladım. 99 Marmara Depremi sonrasında, bir Kızılay skandalı patlamıştı. Okulda da Kızılay haftasının etkinlikleri vardı. "Ben, halkın parasını yiyen Kızılay için törene katılmam" deyince ben, ortalık biraz karışmıştı. Babamı okula çağırmışlardı.
"But I'm lazy like sunday morning."
Lazy - Kultur Shock (Integration, 2009)
Çalışmalardan ayrılmamla beraber, "çalışmak" denilen şeyi tamamen bıraktım. Lise hazırlıkta ödev yapmayı da bıraktım. Serbest düşüşe geçtim.
Lisede vasat bir öğrenciydim. İlginç başarılarım vardı yine de, Almanca'da 100 üzerinden 3 almıştım bir defasında. Lise birde sınıfta kalmaktan kurtarma sınavlarıyla kurtuldum. Karnemde "sınıfta kaldı" bölümü işaretlidir. Lise iki de pek farlı değildi, aşık oluyor, depresyona giriyor, öylece vakit öldürüyordum. Durmadan yazıyordum, nefessiz yazıyordum. Lisede yazdığım, yüzlerce sayfa, bir klasör içinde odamı hâlâ işgal etmektedir. Pek yazık ki, yazdıklarımın çoğu, yeniden işlenmedikçe edebi çöp. Çok yazmak, iyi yazmak değildir. Hatta, çoğunlukla kötü ürün vermektir ne yazık ki.
Bir de burada, siz gönül dostlarına yazmam gereken birşey var. Altı yaşından beri içime bazen yetmiş yaşında bir dede kaçıyor ve nasıl oluyorsa, bir huysuz ihtiyara dönüşüyorum. Bunu yenmeye çalışmakla beraber, hâlâ tam olarak yendiğimi söyleyemem. Lisede beni çekilmez bir adam yapmıştı bu kusur, kimse de pek çekmemişti. Sağolsun, bir arkadaşım uzun süre direndi, onun hakkını yiyemem. Ben olsam beni çekmezdim, kimseye birşey diyemem.
Lise üçte, yazdıklarıma yeni bir yön verecek birini sevdim. İkinci fasikülde ve ağustosta bir yazıda ondan bahsetmiştim. ÖSS'ye yeterince hazırlanamadım, ona yazılar, şiirler yazmaktan. (Bahane güzelmiş) Ama bir hocam sayesinde, hatta iki hocam sayesinde matematikle barışmam yine bu senededir. Lise bir de tek hanelerde gezerken, türevle ilgili sınavda 98 aldım, böylelikle de ortaöğretim hayatını bitirdim.
İkinci sene girdiğim ÖSS'den de hiç fena olmayan matematik netleri çıkarınca, matematikle yeniden aşk yaşamaya karar verdim ve ismini yanlışlıkla duyduğum "ekonometri" bölümünü bilerek ve isteyerek seçtim. Duşta suyun altında düşünürken "ben ekonometri okuyacağım!" dedim, duştan çktım, giyindim (evreka, evreka!) durumu aileme açtım. Babam, sağolsun, yine kararıma saygı duydu.
Peki ne oldu? Yeniden vasat bir öğrenci oldum, yine bol bol aşık oldum. Sevdim sevilmedim, seveni de ben sevmedim. Okudum, yazdım. Kampüste bankta oturup geleni geçeni izledim. Böylece, Adamolmazadam oldum.
Tabii, 16 aralık 2010. Re'yi, Re olarak gördüğüm akşam. Adını bilmezken, ona isim verdiğim akşam. Bu sene, o geceyi ona anlatacağım sene. Anlatabilirsem. Bu sene son senemiz, bu sene onu kaybedeceğim sene.
Evet, böylece oldukça eğlenceli üslupla yazdığım yazıyı, duygusal bir biçimde bağladım. Nasıl yaptım? ("Temiz Hava ve Dostluk'un yazarından.)
Not: Siz gönül dostlarına, yazıda bir "easter egg" olduğunu söylemeyi borç bilirim.
Yorumlar
Yorum Gönder