Bir rüyamla ilgili daha önce Bilinçoyunu diye yazmışım. (http://www.adamolmazadam.com/2011/12/bilincoyunu.html) Freud yorumlayamayacak olsa da, "hayrolsun" diyerek, bugün ikinci bir rüyamı anlatacağım.
Rüyamda Filistin'deydim. Herhalde Gazze olması gerekir, Mavi Marmara'daki şanlı tayfaya daima özendim, özeneceğim. Bir intifada hâlindeydik, çok kalabalık bir grup yürüyorduk. Bir barikata geldik. Dar bir sokakta oldukça kalabalık, neredeyse sonsuz ve sıkışıktık. Saflar sıktı, saflar çoktu ve sıkışıktı. Zafer işareti yapmak için kolumu kaldıramıyordum, yanımdakine kolumu kaldırmasını rica ediyordum.
İsrail askerlerinin barikatıyla karşılaştık. Askerler tüfekleriyle bekliyordu, kamyonetler vardı. Bir de tank vardı.Ön sıralardan birinde olduğumu ve bir çatışma çıkarsa öleceğimi farkettim. Bundan korkmadım. Gurur duydum mu bilmiyorum, ama korkmadım.
Ölüm kültürünün yüceltilmesinden bahsedecek olabilirsiniz. Ama benim düşündüğüm, orada çocuklar öldürülürken, benim hiçbir işe yaramamak yerine en azından ölmemdi. Hak kalıyordu üstümde.
Şimdi uyandım, yine de öyle düşünüyorum, Afyon'da, Hakkari'de, Gazze'de, İzmir'de bir mülteci gemisinde, nerede olursa, ki hemen heryerde, çocuklar ölürken, yaşamak onların hakkını çalmak gibi geliyor. Dayanılmaz bir ölüm zamanındayız, koyu gri bir güz, kendi hüznünden çok ölüm getiriyor, yaşamak bile kendimi suçlu hissetmeme yetiyor. Rachel Corrie yahut Furkan Doğan olamamak ve yaşarken de heryerde zulüm ve ölüme ses çıkaramamak eziyet oluyor.
Bilincimde ve ruhumda oyuklar açan bu eziyet karşısında, ancak kelime oyuyorum. En azından, dilsiz şeytan olmamak için.
Rüyamda Filistin'deydim. Herhalde Gazze olması gerekir, Mavi Marmara'daki şanlı tayfaya daima özendim, özeneceğim. Bir intifada hâlindeydik, çok kalabalık bir grup yürüyorduk. Bir barikata geldik. Dar bir sokakta oldukça kalabalık, neredeyse sonsuz ve sıkışıktık. Saflar sıktı, saflar çoktu ve sıkışıktı. Zafer işareti yapmak için kolumu kaldıramıyordum, yanımdakine kolumu kaldırmasını rica ediyordum.
İsrail askerlerinin barikatıyla karşılaştık. Askerler tüfekleriyle bekliyordu, kamyonetler vardı. Bir de tank vardı.Ön sıralardan birinde olduğumu ve bir çatışma çıkarsa öleceğimi farkettim. Bundan korkmadım. Gurur duydum mu bilmiyorum, ama korkmadım.
Ölüm kültürünün yüceltilmesinden bahsedecek olabilirsiniz. Ama benim düşündüğüm, orada çocuklar öldürülürken, benim hiçbir işe yaramamak yerine en azından ölmemdi. Hak kalıyordu üstümde.
Şimdi uyandım, yine de öyle düşünüyorum, Afyon'da, Hakkari'de, Gazze'de, İzmir'de bir mülteci gemisinde, nerede olursa, ki hemen heryerde, çocuklar ölürken, yaşamak onların hakkını çalmak gibi geliyor. Dayanılmaz bir ölüm zamanındayız, koyu gri bir güz, kendi hüznünden çok ölüm getiriyor, yaşamak bile kendimi suçlu hissetmeme yetiyor. Rachel Corrie yahut Furkan Doğan olamamak ve yaşarken de heryerde zulüm ve ölüme ses çıkaramamak eziyet oluyor.
Bilincimde ve ruhumda oyuklar açan bu eziyet karşısında, ancak kelime oyuyorum. En azından, dilsiz şeytan olmamak için.
Yorumlar
Yorum Gönder