Ana içeriğe atla

Akşamsanrısı

Sonra, akşamdı. Öyle dedi adam, ağız alışkanlığıydı. Aşinalıktı. Zamansızlıktı. Zamandan mekandan azade Hızır olduğundan değil, acele zamanda bir kimse olduğundan. Belki de değil. Konuştu adam. Kelimelerini birebir anlamasam da, sanırım saman alevi gibi çabucak yok olan umutlardan bahsediyordu. Umutları olduğunu öğrenmek beni biraz şaşırttı. Aslına bakarsan, bayağı yanılttı, ben onu umut kelimesinden bile habersiz bir adam olarak düşünmüştüm. Konuşmaya devam etti. Demek o kadınlar onu sevdi sanmış, ama onların gözleri parlıyormuş. Sustum. Başımı önüme eğdim, ne desem eksik kalacaktı. Bilerek eksik birşey söylemek, düpedüz yalandı. Böyle düşündüm ve sustum. Ne dememi beklediğini düşündüm. Onlar hep seni seviyorlardı, desem, ezbere yalsn söylesem. Onlar hem de seni seviyorlardı, desem, muğlak bir yalan söylesem. Doğruyu söylemeyi aklıma getirmiyordum, doğrusunu bilmiyordum. Doğru kavramının muğlaklığını, kayganlığını bildiğimi sanıyordum ancak. Birşeyi doğru olarak elinde tutmak, er ya da geç onun elinden kaymasıyla sonuçlanıyordu. Sonsuz aşkı bir insandan beklemek yahut bir insana beslemek baştan kırılgan bir düştü. Ama, elbet bazı düşler kırılıyor ve biz bunu büyümek diye övüyorduk. Elimizden başka birşey gelmiyordu. Kabil, Habil'i aşkı için öldürdüğünden beridir, elimizden başka birşey gelmiyordu. Belki, Kabil'de birine, belki babasına (babamıza) belki de bir kardeşine, işte böyle "ama gözleri parlıyordu" demiştir. Böylece susmuştur sonra. Sahiden de parlamiıştır İklimya'nın gözleri, kim bilir. Kabil de, İklimya onu sevdi sanmıştır. Sanrı. Yasak meyveyi yiyen, sonra da Adem'e yediren Havva'dan beridir, aşığın hep bir ama'sı var. Savaşlar olmasa, sadece aşk olsa dünyanın cennet olacağını sanmak. Sanrı. Sonra, susmaya devam ettik. Ancak, sessizliğimiz duyuldu.

Önce, akşamdı. İsa'dan önce, Musa'dan önce, Adem'den beri, bir evvel zamanda, bir an evvel, ahir zamanı beklerken. Az gittik uz gittik, ilk insandan beri hep gittik, bir de bakmışız ki o ağacın yanındayiz. Bu ağacın meyvasının tadına doyum olmadığını söylüyor biri.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...