Ana içeriğe atla

Kankırmızı Akşamertesi Sarı Bir Sanrı

Yazdığım bir öyküyü paylaşıyorum. Sevgilerle.

"Eski bir arkadaşım vermişti."

Hava karanlık değil. Akşam değil. Ama dün akşam, akşamdı ve hava karanlıktı. Dolunay vardı. Kırmızı bulutlar. Kırmızı bulutlar önce ayı kapladılar, kankırmızı oldu gökyüzü, sonra açılınca bulutlar, ay çıktı çıplak, dolunay.

Bunu düşünüyordum, yolda yürüyordum. Kalabalıktı, duraksamak imkansızdı, bir cadde kaldırımı, upuzun bir cadde.

İnsanların yüzünü göremiyordunuz, belki sadece bir kere, hayali.

Gece uyku tutmazsa, o caddeyi bir defa da hayalinizde yürürseniz,o hayali silületler hep sizinle gelirdi.

Bir kadın söylemişti bunu.

"Eski bir arkadaşım vermişti."

Karşımdan yürüyordu. Bu cümleyi söylerken herhalde tam karşımdaydı, çünkü onca ses arasından o sesi çıkarmam için öyle olması gerekirdi.

Galiba sarışındı. Yanında biri olmalıydı. Konuşuyordu ve elinde telefon olduğunu görmediğimi sanıyorum. Sarışındı. Yolda yürümeye devam ediyorum, yüzünü çıkarmaya çalışıyorum ve saçları sarı.

Güzel. Öyle kendine güvenen ses, öyle tatlı, öyle Tanrı'nın önemsiz işlerine bakarcasına. Zaten çoğunlukla kendimize güveniyoruz, güvenmeyince de intihar ediyoruz. İntihar edenler, gerçekten ölmek amacıyla ediyorlarsa, genellikle haklılar. Ölmemeyi düşünerek intihar eden biri, haksız mı? Değil. Haklı olmayan kimse intihar etmez, ölmek kolay değil.

Güzel. Yanındaki kadın ondan çirkince olsa gerekir yahut düpedüz çirkin. Sesindeki güvenden belli.

Arkadaşı ne "vermişti".

Az bulunan bir maden, bir şiir kitabı. Pek az basılmış, okuması şiirseverler için bir onur meselesi. Övündüğü şey bu sarışın kadının. Gözleri şiş ve bulutlu. Ağzından bu kelimeler dökülürken, düşünceleri dün akşama dair. Kendince bir şair. Dün gece, kankırmızı bulutları görünce, bir şiirle uğraştı ve saatlerce bir kelimeyi bulamadı. Onu düşünüyordu, "nadir kitap, nadir kelime" diye söylendi. Duyamadım, çünkü geçti. Yanındaki kadın anlayamadı. Sarışın kadın ise, birkaç adım sonra gülümseyecekti.

Değil.

Hiç şair görmedim diyebilirim, ama bu bir şair sesi değil. Onu çizmek istediğim resim böyle değil ve ukalalık yapmak kendikendime düşünürken, zevkli, oyalayıcı ve kolay.

Kim?

O sarışın kadın hakkında düşünmekten vazgeçemiyorum, cadde yeterince uzun, aylakça yürüyeceğim, bitince dönecek ve yine yürüyeceğim.

Annesi ve babası yaşıyor mu? Evli olmasa gerekir, oldukça genç. Ailesinden en son kim öldü? En son ne zaman ağladı?

Yaşam amacı, amacımdan farklı. Sonunda amaçsız ve aynı. Lüks ve büyük mağazalar, moda, dötçarpıdördü olan geniş omuzlu adamlar. Müzik zevki, birbirinin aynısı, boş sözler ve basit melodilerle yapılmış şarkılar, yani düpedüz zevksizlik. Geceleri rahat uyuyamıyor.

Değil.

Rahat uyuyamıyor, kısmı hariç belki. Bu zamanda insanların rahat uyuması kolay mı?

Yüzünü çizdim. Beğendiğim herşey düzenli bir biçimde o sarı saçlarının altında. Gözleri konuşuyor, anlamlı ve puslu bakıyor. Güzelce gülümsüyor ve az konuşuyor.

Çok konuşanlar, mutlu sayılan insanlar ve onları sevmemek belli etmedikçe en doğal hakkım. İnsanlık denilen kolsuz bacaksız kavramı severim, insanları bile topluca severim, fakat tek tek çoğuyla iyi anlaşamam. Çoğunun büyük kısmını ise düpedüz sevmem. İnsanları tek bakışta sınıflandırmak, ahmakça alışkanlıklarımdan ve ilk bakışta insanları tanıyabileceğime dair aptalca inancımı atabilsem, çoğunu daha çok severim.

İnsanlar da beni.

Kalabalık denilen onlarca kollu, onlarca bacaklı yaratıktan korkarım. Kalabalıklar da benden korkar. Kalabalıklardan kaçamam, değil, kaçmam, kalabalığın göbeğinde bulurum kendimi bir şekilde hep ve nedense.

Cadde devam ediyor, karşımda bir adam, sağa gitmeye çalışırken sağa, sola gitmeye çalışırken sola kaçıyorum. Sonunda duruyor ve yol veriyorum, birşey mırıldanıp yürümeye devam ediyor.

Sarışın kadın. "Vermişti" dedi. Eskiye, belki de sitemkârca bir laf attı. "Eski arkadaş"ına sitem ediyordu, neden kavga etmişlerdi ve ayrılmışlardı. Belki de kavga etmediler. Birgün bir önceki günden daha az konuştular ve devamı geldi.

"Eski arkadaş"ı yanındaki tanımıyor. Belki de yanındakiler tamamen değişti. "Eski" demesi isim vermemesi, yanındakinin bilmemesinden. Belki eski sevgilisi. "vermişti" demesi ise, yanındakilerin tamamen değiştiğini bana düşündüren. Zaman ve mekan hep değişti, demek gibi "-mişti".

Peki verilen ne? Görmedim. Ama maddi değeri düşük birşey gibi düşünüyorum. El yapımı, iplikten bir bebek şeklinde anahtarlık belki.

Düşünüyorum, yoldaki sisler karmaşıklaşıyor, görüntüler bulanıyor. Surat surat geçiyorlar şimdi. Evimden ve kendimden çok uzaktayım şimdi, epeyce yürümüşüm.

Sarışın kadının gittiği yönde cadde sahile çıkıyor. Yine uzunca, yine sonsuzca bir sahil. Denizden sert bir rüzgâr esmekte ve oturulacak gibi değil. Erkek arkadaşıyla buluşacak, ama denize karşı bir bankta oturamayacaklar. Gidecekler. Uzunca sahili yürüyecekler belki, belki sarışın kadın üşüyecek, bir sinemaya girecekler. Sinemada, karanlıkta, sarışın kadın yine "eski arkadaş"ı düşünür belki istemeden. Filmi anlamaz. Yahut, film o kadar güzeldir ki, belki de komik, çok gülerler. Ya da. Neyse.

Ben ise yine bir caddeye çıkacağım. Hava kararacak. Belki sigara dumanları dolacak genzime, kocaman adamların ezbere içtiği sigaraları. Yahut egzoz dumanı. Kadın sevgilisini koklarken, ben hüzünleneceğim. Saçları sarı.

Düşlüyorum. Düşümde benim sevgilim değil. Düşmüyoruz ve hiçbir kıyafeti dahi düşmüyor. Düşünüyor olsam da, onunla birlikte olacak olmak, düşünülmeyecek kadar uzak. Belki de ahmaklığımdan.
Ama o beni gördüğünde yüzümde bir sırıtış vardı, bir şarkı aklıma takılmış ve güldürmüştü. Sırtım kamburca duruyordu, saçlarım karışıktı.

Öyle bakmaya doyulmayacak bir halim yoktu. Belki de hiçbir zaman olmadı. Biraz güzel bir kadın bakmazdı. Benim yakışıklılığımdan biraz daha güzel ve pek çoğu öyleler. Ancak zamanla, kendimi tanıtarak bir kadın beni beğenebilirdi, uzun zaman gerekiyordu, fazlaca vaktim olmazdı hiçbir zaman o kadar. Hele de yanımdan geçip giden bir kadın için, bir silület bile sayılmam.

Birden aklıma sarı saçlarının boya olma ihtimali geldi. Saçı boyaydı, yüzü boyaydı.

Boyaları dökülüyordu. Sokakta duraksadım, kalabalık garipsedi.Kalabalık gözümde garipleşti ve ben tuhaflaştım. Ellerimi kollarımı sallayarak, konuşarak yürümüştüm, bütün yolu öyle yürümüştüm, ama şimdi susuyor ve ellerim kollarım yerinde öylece duruyorken, kalabalık beni garipsiyordu. Homurdanarak yanımdan geçiyorlardı. Devasa bir sel gibi kalabalıkta, o korkunç yaratıkta boğulacaktım. Neden sonra kaldırım kenarında bir kuytuya girmek aklıma geldi. Budalalığımdan, ahmaklığımdan bahsettiklerini bilmek içimi rahatlattı. Deli gibi davranmak pek kolaydı. Deli gibi davranmak deli olmaktı.

Boyalar dökülüyordu. Yüzü boyasız öylece çirkindi korkunç. Kalabalıkmış kadar. Dökülmeye devam etti. Burnu, dudakları alçı gibi ufalıyor, dağlıyor, uçuşuyordu.

Saçları, boyasız ve sarı renksiz, uçuşuyordu. Renksizdi ve kafa derisinden ayrılarak öylece uçuyordu. Yüzü de.

Bir kadın gördüm, sarı saçları vardı ve düşündüm.

Sonra kalabalıktan korkunca sanrım dağıldı. Ne zaman bir sanrım dağılsa bütün zihnim dağılır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...