Ana içeriğe atla

Şiir Olamayan Yazının ve Şair Olamayan'ın Yazgısı

bu ara, şiiröncesi sancısı çekiyorum, sanki bir kelime bulunca nesir'im ile beraber şiir'e geçecekmişim gibi geliyor. nesir demek de doğru değil yazdığım yazılara, nesir ile şiir arasında çok belirgin bir çizgi varmış, şiirin kuralları varmış gibi oluyor. ölçüyle uyakla şiir yazacak değilim elbet, şiir yazacaksam, o da benim gibi dengesiz olacaktır. temmuz ikibinaltı sonrası bir süre yazmaya çalıştığım şiir de böyleydi, ama eksikti. nesinin eksik olduğunu bilmesem bile,  eksik olduğunu biliyordum. "öyküyle yarım kalmış meselem" vardı, kesin bir bırakışla bıraktım. birdenbire kör oldum şiir yazmaya. temmuz ikibinon'da yazdığım üç şiire kadar. o üç şiir, koparılmış çiçeklerdi sadece. birine verilmek üzere öldürülmüş kelimeler. ne zamandır üzerimde bu ağırlık var, nesirim şiir'e kaçtıkça, aklım da şiir'e kayıyor. belki de nesirim şiir çığlığı atmalı, çiğ şiir olmasından yeğdir. "düşyazı"dır belki, olup olacağı, varacağı son nokta budur. fena mı? bilmiyorum. ama, bu yazılar şiire dönecekse, suyun akması kadar kolay, güneşin doğması kadar kolay döner sanıyorum bir yerde kendiliğinden.

bu ara hep şiir yazmaktan ve yazamaktan yazıyorum. yazmamak hakkında, yazmak hakkında da o kadar yazdım. şair olamama çığlıdır bu, şiir yaşayan bir adamın en hâkiki çığlığıdır. bu çığlığı nisan başında, başım fena dönerken, iki satır okuyamazken bile yazmışım.

bende şair ruhu var,şair aylaklığı. şair gibi bakarım dünyaya, bende şair bakışı. şair kadar inatçıyım kendime zarar vermekte, en çok ve birtek kendime. şiir yollarında yürüyen şair ayakları, şairin dudakları bende. boş gezmek bende, boş yazmak bende. kendimden başlayarak anlamlarını kaybetmek kelimelerinn. en çok kendimi kaybetmek bende.  kelimelerle oynamak bende, kelimelere küsmek bazen yine bende. şairleri sevmek, düşünmek, bir bankta oturup insanları izlemek bende. şair gözü bende, gözeli görmek bende. gözeli sevip, sevilmemek bende. kendimi övmek bende, kendimi yerdenyere yermek bende. ben bazen ve en çok soruyorum: ben neden şair olamam diye. (3 nisan 2011, 22:36)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...