Ana içeriğe atla

Namuslu Olmak








2010'un ilk yazısı; Vira Bismillah!
Milliyetçi dostları kızdırmaya devam edeceğiz, körkızıllara da çakmadan edemeyeceğiz. Adam olmazca, yani tam "bence" yazacağım, kalemle saldırmak değil, kaleme sarılmak.  
70'lerde namuslu olmak, solcu olmaktır, onurluca, herkes için güzel yarın için, o güzel yarın'a ulaşamadan öleceğinin yahut öldürülüceğinin ayırdında. İdam sehpasına inat, "katil abd defol" dediğinden sana Allah'ın adını kirletip, Allah'ın adıyla seni öldürmeye gelenlere inat!  
50'lerde namuslu olmak, Nazım olmaktır, Kore'de ne halt yemeye öldürüp, öldüğümüzü sormaktır. Büyük puntolarla manşette vatan haini olabilmektir. Simavi'lerin Hürriyet'i dedi diye Rum kardeşlerimizi öldürmek değil. O provokasyona yetecek kelime yok!  
Namuslu olmak, Sovyetlerde Kızılordu katliamlarına karşı olmaktı zamanında, kim öldürürse öldürsün ölenlerin kanının aynı renkte aktığını hatırlamaktı. Katil'in, katil'den başka birşey olamayacağını bilmek.  
Bugün Nazım'ı tutmam, şiirleri iyidir, ama şiirin iyisi tartışılabilir. Bugün, Nazım ikon'dur, Aydın Doğan yayınları basar, çakmakta Che ve amerikan bayrağı deseniyle yanyana satılır.  
İkon'u sevmem, düşünürek, sürekli düşünerek İslâm'a inanmışımdır, tek "dogma"m dindir. Şükür ve bereket, orada bile sorgularım, orada da bir Allah'a taparım, mezhep'le bile sınırlamam düşüncemi. Geri kalan ikon'lar, siyasi tasmalar boynumu sıkar. Belki özel yapısından, öyle ise çok şükür.  
Ama, namuslu olmak, solda olmaktı dün. Belki bugün ve yarın da, şimdiden bilmiyorum. Bugün, bugün'ü anlamak için erken. Artık zaten solculuk kolay zanaat sanılıyor sanırım; kocakarı gibi köşelerde birbirini çekiştir, mahalle kavgası gibi arada faşistlerle dövüş, sonra komünal cennete iman et (yoldaş'inla bile farklı yolda iken nasıl getireceksen), uzun lafın kısası, dogmaya inanma dogmasız da kalma, kutsal kitabından farklı düşünemeden "özgür" ol vesaire.. Bohem hayatı yaşamak eğlenceli, ama solcu olmak, o kadar kolay değil ki..  
Faşistlere birşey yazmıyorum bile, onlar okumaz bile, okumak kültürü olmayan, yap denileni yapan kafalara 16 ocak'ta yazarım belki.  
Peki ona laf söyle, buna laf söyle, kim okuyacak bu yazdıklarımı? Neyse içime sindi hiç olmazsa, arada ben okurum. Ben iyi bir okur'um, o da başka yazıya.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin ...

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur...

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi...