Ana içeriğe atla

Kayıtlar

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

Gam harmanını yakan ateş.

Kadehdi, kederdi; amma ve lâkin, ne güzel bir yanılgıydı düştüğüm. Gazabından korkulası bir yangın dimağımızı yakarken, gündüz ile gecenin bulandığı yerde konuşuyordu bir adamla bir kadın. Kadının gülüşü değiyordu adamın aklına. Hem yan yana hem yüz bin arşın uzaktaydılar birbirlerine yazardı eğer görseydi onları Evliya Çelebi. Bağın başında kendini bilmez bir Fuzulî, dem ile gamlanıyordu.

Havalar.

Ben bu hâl üzereyim yine, ben bu hâli iyi biliyorum, beni bu havalar var etti. Don Quijote yürüyor değirmene elinde mızrak, gül öylece gülümsüyor bülbüle, Don Quijote değiyor dikenine gülün, bir akşam bir kadeh bir keder. Kuleyi sırtında taşıyor her sözünü tutan bir Sisifos, aklı bulanıyor susmaktan ve konuşmaktan. Don Quijote, ne güzel gülüyorsun, diyor değirmene, Sisifos tırmanıyor taşıdığı kuleye. Kulenin ucunda uçmayı bilmez bir Hâzerfen, her düşüşünde yeniden tırmanıyor yılmadan ve yorulmadan. Muallak bir muamma üzerinde süzülüyor, yüreği elinde. Orhan Veli, elinde kalem, başında rüzgâr; gözlerin kelimesinin üzerini tek harekette çiziyor. Ben şiir yazmasını beceremiyorum, lâkin şiir yaşamanın en âlâsı gülüyor gözlerimin içinde. (Adnan Menderes H.limanı, 7 haz. 2024, 15:28)

Nikbin bir öğlen vakti.

Bazen bir yerde yalnız otururken, karşınıza birden bire biri oturuverir. Kimi zaman bir dünün yokluğudur, kimi zaman yeni bir yarının ümididir karşınızda oturan. Hangisiyse, ona göre, karşınızdaki boşluğa bakarak; ya bir hüzün oturur içinize, ya da o yarının ümidinin boşluğuna dahi gülümseyerek bakakalırsınız. İşte, Nitat İnibat bu sabah başka bir şehirde, bir başına kahvesini içerken, o boşluğa bakıyor ve gülümsüyordu. Öylece gülümsüyordu, sadece gülümsüyordu. Kimse fark etmiyordu, kimse umursamıyordu, kimse tanımıyordu. Kahveciyle selamlaşmıştı, ama kahveci de tanımıyordu ki onu. Mayısın bilmem kaçıydı. Nitat İnibat’ın sükunetinde bir nikbinlik vardı.

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin